9.12.18

BİAT BEYAT OY







BEY`AT, BİAT, BEYAT OY

KELİME ANLAMI:

Kabul etmek, razı olmak ve tasdik etmek anlamında kullanılan bir ıstılahi kelimedir.

Bey`at "Bir mükellefin, ehil olan bir cemaat (Ehlu`l-hall ve`l-akd) tarafından tesbit edilen Halîfe`ye (Imam`a, Ulû`l-emr`e) itaat edeceğine ve sadık kalacağına dair söz vermesidir."

Bey`at; kitap, sünnet ve sahabe-i kirâm`ın icmaı ile sabit olan sâlih bir ameldir. İzahına ve aşağıdaki bilgiler ışığında Ben günümüzde "Rey ya da OY" olduğuna inanarak yaşadım. İnşallah o mival üzere de ruhumu teslim ederim. İnşaallah!

Bir de Beyat etmeden ölenlerin cahili yaşam üzerine ölmüş olacaklarına inananlardanım. Allahım Affetsin.

Hadislerde:
 Muhammed (asm)
"Üzerinize emir olarak Habeşli siyahi bir köle bile tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin..." anlamındaki hadisi nasıl anlamalıyız?
 "... üzerinize emir olarak bir Habeşli köle bile tayin edilse onu dinleyin ve itaat edin.Sizden, İslamı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin..."
Bu rivayetlerde ulü'l-emre itaatin lüzumu üzerinde durulmuştur.

"Eğer üzerinize Habeşî ve burnu kulağı kesik bir köle, emir tayin edilse, sizi Allah'ın Kitabı ile sevk ve idare ettiği sürece, onun emirlerini dinleyiniz ve itaat ediniz." (İbn Mâce, Cihad, 39; Buhârî, Ahkâm, 4)

buyurur. Diğer bir hadiste ise şöyle denmektedir:

Buhârî'nin Enes (radıyallahu anh)'den kaydettiği bir rivayet:

"Üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah, Habeşli bir köle bile tâyin edilse dinleyin ve itaat edin."

Müslim'in kaydettiği bir rivayette, Ebû Zerr:

"Halilim (Hz. Peygamber) bana: "Kolları kesik bir köle bile olsa emîr'i dinleyip itaat etmemi tavsiye etti." demektedir.

Şârihler, gerek "kuru üzüm" gerekse "kolları kesik" tâbirleriyle emîrin nesebce düşük, görünüşçe çirkinliğinin ifade edilmek istendiğini, yâni emîre neseb ve fizyonomisine bakılmadan itaat etmek gerektiğini söylerler.

Bir diğer rivayet de şöyledir:

"...Üzerinize, emîr olarak, bir Habeşli köle bile tâyin edilse onu dinleyin ve itaat edin." Sizden biri İslâm'ı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. Böyle bir durumda boynunu uzatsın. Anasız kalasıca, dini gittikten sonra, onun ne dünyası kalır, ne de âhireti."

Şu hadiste imama isyan kıyâmet alâmeti olarak zikredilir:

"Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem ederim ki, imamınızı öldürmedikçe, birbirinize kılıç çekmedikçe ve dünyanıza şerirleriniz reis olmadıkça kıyâmet kopmaz."

Bazı rivayetlerde emîre itaat Allah'a itaatle aynı ayarda tutulmaktadır:

"Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur. Emîrime kim itaat ederse bana itaat etmiş olur. Emîrime kim isyan ederse, bana isyan etmiş olur." (bk.  Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 33; Nesâî, Bey’at 26; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, V/64-65)

Buna göre Müslümanlardan olan ve hak ve adaletle emreden idareciler "ulü`l-emr" dirler ve onların Allah (cc)`a isyan anlamı taşımayan emirlerini yerine getirmek gerekir.

Ehl-i sünnet âlimleri, devlet reislerinin adâletli, idarî, siyasî ve askerî işlerden iyi anlayan iktidar sahibi, dirayetli kimselerden seçilmesi lüzumu üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu şekilde seçilerek başa geçen devlet reislerine itaat, umum alimlerin görüşlerime göre vâcibtir.

Ancak, yine Ehl-i sünnet âlimleri, zorlama ve baskı kullanarak zorla iktidara gelmiş olan devlet reislerine de, layık olup olmama durumuna bakmaksınız itaatı gerekli görmüşlerdir.

Çünkü devlet otoritesine yapılan isyan, büyük bir fitne ve şerre yol açar. Malûmdur ki, isyan ile ortaya çıkan parçalanma, kargaşa ve anarşinin kapısını kapamak fevkalâde zordur. Hattâ bazen bu kargaşa, milletlerin ve devletlerin hayatına bile mal olabilmektedir.

Resûlüllah Efendimiz (asm)'in ümmetine, yöneticilerden gelecek haksızlık ve zararlara sabırla mukabele tavsiyesi, onları zulme boyun eğmeye davet değil; bilâkis isyan yoluyla, devlet ve millet bütünlüğünü zedeleyecek daha büyük zulüm ve zararlardan kaçındırmak hikmetine dayanır.

Müçtehidler, müceddidler ve diğer İslâm âlimleri, itaat etmemekle isyan etmeyi birbirinden tamamen ayrı değerlendirmişlerdir. Onlar, Allah'ın emrine aykırı durumlarda hiç kimseye itaat etmemişlerdir. Bununla beraber kat'iyyen isyana teşebbüs yahut teşvik de etmemişlerdir. Aksine, mü'minleri isyandan men etmek hususunda gayret ve himmetlerini esirgememişler ve bu vadide bütün Müslümanlara, halleriyle, örnek olmuşlardır.

Bu bir anlamda mükellefin Islâmî olan (meşrû) her emirde hoşuna gitse de, gitmese de itaat edeceğine dair yaptığı bir sadakat yeminidir. Zira Resul-u Ekrem (s.a.s.)`in: "Müslümanlar gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına gitmeyen her hususta, kendilerinden olan emir sahiplerine itaat ederler. Bununla yükümlüdürler. Ancak günah işlemeleri emredilirse itaat etmezler" (Buhârî, Ahkâm, 4) buyurduğu bilinmektedir. Yine diğer bir hadîs-i şerif`te: "Âllahu Teâlâ`ya isyan olan yer ve konuda mahlûka itaat yoktur. Itaat ancak ma`ruftadır" (Müslim, Imâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87; Nesâî, Bey`at, 34; Ibn Mâce, Cihad, 40) buyurulmuştur. Dolayısıyla bey`at sonucunda ortaya çıkan itaat Islâmî hükümlerle sınırlıdır.

Allahû Teâlâ (c.c.)`nın indirdiği hükümlerin hakkı ile edâ edilmesi ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemesi için, bey`at zaruridir. Islâm ûleması "bey`at ile ilgili ilimlerin, mükellef olan her erkek ve kadın üzerine farz-ı ayn olduğu" hususunda müttefiktir.

Nitekim Ibn Hümâm: "Mü`minlerin kendi içlerinden bir imam seçmelerinin lüzumunun sebebi, Islâmî emirleri hakkı ile edâ etmek içindir" (Ibn Hûmam, Kitâbu`l-Musâyere, Istanbul 1979, s. 265) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret eder.

Dolayısıyla bey`at, müslüman kadın ve erkeğin, müslüman lidere karşı görev ve sorumluluğu, Kur`an`da belirtilip sünnet ile açıklanarak uygulandığı şekilde, kabul etmek için yaptıkları sözleşmedir.

Bey`at, cemaatın selâmeti ve muhafazası, hudûdullah`ın tatbiki için müminlerin kendilerine bir emir tayını ile bu emire itaat etmek üzere ahidleşmeleridir.
Sorularla İslamiyet
Renkli Kaynak için;
https://sorularlaislamiyet.com/blog/ulul-emr-kimlerdir-ulul-emre-itaat-nasil-olmalidir

İMAMA BEYAT İÇİN ŞU 6 MADDE GEREK VARDIR Kİ BUNLAR YOKSA BEYAT EDİLMEZ.

1- kendisine itaat edilecek derecede doğru ve bilgi sahibi olmalı,
2- cesur ve dirayetli olmalı,
3- hür olmalı,
4- kendisine bey`at edenler arasında bir ayırım yapmadan onlardan herhangi birine bir zarar geldiği zaman bunun bütün topluma geldiği ve toplum için bir tehdit oluşturduğu görüşünde bulunmalı,
5- düşmanın her türlü hile ve metodunu anlayacak kapasitede olmalı, 6- islamiyete aykırı metotlardan uzak olarak işlerini şûrâ ile yapması gerekmelidir.

Kendisine bey`at edilen, müminlerden bey`at alırken bu göreve ehil olup olmadığını düşünmeli, Kur`an ve sünnete bağlı kalıp kalamayacağını, Râşid hâlifelerin yollarını takip edip edemeyeceğini düşünmelidir. Eğer Islâmî hükümler ve selef-i salihini izleyebileceğini düşünebiliyorsa bey`at almalıdır. Çünkü bey`at alması, inananların düşmandan kaçmayacaklarına, kendisini destekleyeceklerine, hakkın ikamesine çalışacaklarına, yalan söylemeyeceklerine, zalimlerden intikam alacaklarına kısaca hududullahı muhafaza edeceklerine dair söz ve and vermeleriyle yapılmaktadır. Onların bu andını kabul ettikten sonra bu prensipler dahilinde musafahalaşırlar.

Kur`an-ı Kerîm`de, Resul-u Ekrem (s.a.s.)`e hitâben: "Sana bey`at edenler, ancak Allah`a bey`at etmiş olur. Allah`ın eli onların (Bey`at edenlerin elleri üstündedir. Şu halde kim (bu bey`at bağını, ahdini) çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa ederse (Allah) ona büyük bir ecir verecektir" (el-Feth, 48/10) hükmû beyan buyurulmuştur. Bey`at, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ve siyasî otorite ile olan münasebetlerinde, İslam`ın hükümlerine razı olduklarını ihlâsla ortaya koyan bir akiddir. Bilindiği gibi müminlerin kendi aralarından seçtikleri bir Ulû`l-emr`e (siyasî otoriteye) itaat etmeleri kat`î nasslarla farz kılınmıştır. Nitekim Kur`an-ı Kerîm` de: " Ey iman edenler!.. Allah`a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (Ulû`l-emr`e) de (itaat edin).. " (en-Nisa, 4/59) emri verilmiştir. İslam`ın temel hedeflerini gerçekleştirebilecek ve bu uğurda her türlü engeli aşabilecek vasıftaki insanın tesbiti önemli bir hâdisedir. Bu sebeple fukahâ bey`at edilecek kimsede aranan vasıf lar hususunda titizlik göstermiştir. Şurası muhakkak ki, halîfe (ulû`l-emr), müminlerin irade beyanı ve rızaları sonucu ortaya çıkabılir. Zorbalıkla ve kılıç zoruyla (ikrahla) alınan bey`at geçerli değildir. Zira Hz. Ömer (r.a.): "Bir kimse müslümanlara danışmadan ister kendisi başkan olmak, isterse de başkasını başkanlığa geçirmeğe kalkışırsa (vazgeçmediği tadırde) onu öldürmelisiniz" demiştir (Muhammed Ravvas Ka`l-acı, Mevsûatu fıkh Ömer b. el-Hattâb, 1401/1981, 103). Öldürülmeye müstehak olan tiplerin "meşru bir ûlû`lemr" olarak değerlendirilebilmesi imkânsızdır.

Fûkahâ`dan bazıları "Zarûret" halinde, zorbalıkla (kuvvet kullanarak) başa geçen, fakat Islâmî hükümleri tatbik eden kimselere itaat edilebileceğini zikretmişlerdir. Nitekim Ibn Âbidin "Reddü`l Muhtar" da: "Zaruretten dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir" demektedir. Ancak Imam`da bulunması gereken vasıflar kendisinde mevcut olmalıdır. Hilâfete tayınde asıl olan, müminlerin seçmesidir. Imamlık akdi ya halifenin kendi yerine birini seçmesiyle olur -nitekim Hz. Ebû Bekir (r.a.) böyle yapmıştır- yahut ûlemâdan ve söz sahiplerinden bir cemaatin bey`atiyle olur. Imam Eş`arî`ye göre şahitler huzurunda olmak şartı ile söz sahiplerinden meşhur bir âlimin bey`atı yeterlidir. Şâhidler huzurunda olması, şayet inkâr vâki olursa, onu defetmek içindir. Mûtezile ise, beş kişinin bey`atını, hanefilerden bazıları da, bir cemaatın bey`atını şart koşmuş, belli bir sayıya itibar etmemişlerdir. Zarûretten maksad fitneyi önlemektir. Bir de Peygamber (s.a.s.): "Size burnu kesik Habeşli bir köle bile hükümdar olsa dinleyin ve itaat edin!.. " buyurmuştur. (Buhârî, Ahkam, 4) diyerek konunun mahiyetini izah eder. Ileriyi görebilen Islâm âlimleri, "Zarûret" mefhumunun sınırlarının bir hayli nazık olduğunu bilir. Zalimlerin, fâsıkların, delilerin ve çocukların halîfeliğine; "fitne çıkmasın" gerekçesiyle razı olmanın faturasını ümmet çok ağır ödemiştir.

Resul-u Ekrem (s.a.s.)`in: "Iş, ehil olmayanın eline geçti mi, kıyameti gözetleyiniz" (Buhârî, Ilim, 2) mealindeki tesbiti üzerinde iyi düşünülmelidir. Kaldı ki sadece müminlerin emirinin (Halife`nin) muttakî olması kâfi değildir. Bu muttakî olan halîfe`nin her sahada, müminlerin en ehliyetli olanına görev vermesi zarûrîdir. Nitekim bir hadîs-i şerifte:

"Idaresi altında bulunan müslümanlardan daha ehliyetlisi bulunduğu halde, bir başkasına vazife veren hakikaten Allah`a, O`nun Resulüne ve Islâm milletine ihanet (hâinlik) etmiş olur" (Ibn Humâm, Fethü`l-Kadîr, V, 457) hükmü beyan buyurulmuştur.

"Her kim ûlû`l-emr`e itaatten bir karış kadar ayrılırsa kıyamet gününde Allah`a ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmaksızın kavuşacaktır. Her kim de (Ulû`l-emr`e) bey`at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür" (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-Imâre, 58,1851) buyurduğu sabittir.

Ulü'l-emr kimlerdir? Ulü'l-emre itaat nasıl olmalıdır?

Nisâ 59- “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin, sizden olan ulü'l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah'a ve Peygamber'e götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.”

Nisâ 65- “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”

Nisâ 69, 70- “Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır! / Bu lütuf Allah'tandır; bilen olarak Allah yeter.”

Bu âyetlerin asıl konusu itaattir. “Söz tutmak, boyun eğmek, emri yerine getirmek” mânasına gelen itaat, sosyal, siyasî, hukukî, ahlâkî boyutlarıyla İslâmî hayat düzenini kuran temel kavram ve kurumlardan biridir. Bu açıdan aynı mahiyette olan emanet ve adalet kavramlarından sonra buna yer verilmiş, araya “münafıklar ve fâsıklar” gibi emre uymayanların dünya ve âhirette karşılaşacakları sonuçları bildiren âyetler konmuştur.

Allah'a itaat, “O'nun Kur'ân-ı Kerîm'de ve elçisinin tebliğ mahiyetindeki söz ve davranışlarında ortaya çıkan emir ve iradesine uymak” demektir. Resûlullah'a itaat, öncelikle tebliğ ettiği Kur'an'a ve sünnete uymaktır. Ancak burada “ve” bağlacı ile yetinilmeyip “İtaat ediniz” emrinin “Resûlullah” için de tekrar edilmesi ona itaatin, “Kur'an'dan ibaret olan vahyin tebliğine uyma”yı aştığını, kaide olarak bütün davranışlarının örnek edinilmesini, bütün buyruklarının yerine getirilmesini içine aldığını göstermektedir. Sahâbe, Resûlullah'ın “dinî veya bağlayıcı olmadığını bildirdiği, ya da karîneler yoluyla böyle olduğunu anladıkları emirleri” dışındaki bütün emir ve isteklerini, “Ona itaat dinî bir görevdir” şuuru içinde yerine getirmişlerdir; bunu yaparken de itaat hakkındaki âyet ve hadislerle Allah elçisinin gönderiliş amacına, kendisine verilen vazifelere ve O'nun örnekliğini bildiren naslara dayanmışlardır.

“İtaat ediniz” emri tekrarlanmadan “ülü'l-emre de...” denilmesi, bunların itaat yükümlülüğü bakımından Allah ve Resulü gibi olmadıklarına, emirleri meşrû (Allah ve Resulünün tâlimatına uygun) olmadıkça kendilerine itaat edilmeyeceğine işaret etmektedir. “Hiçbir mahlûka, Allah emrine uymadığı takdirde itaat edilemez”, “Ancak mâruf (meşrû) olan emre itaat edilir”, “Allah'a itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez” meâlindeki hadisler bu kaideyi açıkça ifade etmektedir.

Hz. Peygamber bir gruba (seriyye) askerî görev vermiş, başlarına da Abdullah bin Huzâfe'yi geçirmişti. Abdullah bir sebeple öfkelenmiş, emri altındakilere odun toplayıp yakmalarını, ateş olunca da içine girmelerini emretmişti. Emri alanlar tereddüt içinde kaldılar. Bir kısmı “Komutana (ulü'l-emre) itaat edilir” diye ateşe girmeye teşebbüs ediyorlar, bir kısmı ise “bu itaatin, buyruğun meşrû olmasına bağlı bulunduğunu” düşünerek, onları engelliyorlar, “Biz ateşten kaçarak Peygamber'e katıldık” diyorlardı. Bu çekişme devam ederken ateş söndü, seferden dönünce durumu Resûlullah'a arzettiler. “Ateşe girseydiler kıyamete kadar ondan kurtulup çıkamazlardı. İtaat ancak meşrû emre olur.” buyurdu.

Ulü'l-emr, “emir sahipleri, emir verme salâhiyeti taşıyan ve bu konumda olanlar yani âmirler” demektir. Bunlardan maksadın kimler olduğu konusunda “devlet başkanı, onun veya toplumun yetki verdiği yöneticiler ve kumandanlardır”, “âlimlerdir” gibi çeşitli anlayışlar ve rivayetler vardır. “...sizden olan emir sahiplerine itaat edin” buyurulduğuna göre bunların belli kişiler ve makam sahipleri olduğu, iman ve dünya görüşü itibariyle Müslüman olanlardan seçildiği veya tayin edildiği, meşrû buyruklarında bunlara itaat etmenin Allah emri ve dinin gereği olduğu anlaşılmaktadır.

İslâm dini, gerek kamu hayatında ve gerek özel hayatta bazı sıfat ve özellikleri taşıyan kimselere itaat edilmesini, onların buyruklarının yerine getirilmesini ve söylediklerine uyulmasını istemiştir. Başkan, aile reisi, kumandan, ana-baba, bilmeyenlere göre bilenler (âlimler) bunlardandır ve ulü'l-emr kavramına bunların tamamı dâhil bulunmaktadır. Kamu hayatındaki ulü'l-emr ya halife gibi ümmetin seçmesi ve biatıyla belirlenir -onun tayin ettiği yüksek dereceli memurlar da dolaylı olarak ümmetin belirlediği ulü'l-emr olurlar- ya da bir makamın tayinine gerek bulunmadan, taşıdıkları üstün vasıflarla bu yetkiyi elde ederler. Bu üstün vasıflar “İslâm, ilim ve adalet”tir.

Bilmeyenler, Müslüman, âdil, kâmil ahlâk sahibi ve âlim olan kimselere danışmak, fetva sormak ve aldıkları cevabı uygulamak mecburiyetindedirler. Yöneticiler de -bilmedikleri konuları- bilenlere sormakla yükümlüdürler. Bu açıdan bakıldığında birinci derecede ulü'l-emr “âlimlerdir”, ikinci derecede ulü'l-emr ise “yöneticiler, âmirler ve kumanda mevkiinde olanlar”dır.

Bir Hususta Anlaşmazlığa Düşmek
“Bir hususta anlaşmazlığa düşmek” Allah ile mümin kulları arasında olamaz, Resûlullah ile ümmeti arasında da düşünülemez.

Geriye yönetici, yönetilen, bilen, soran... şeklinde ümmet kalır; bu çerçevede ümmet arasında bir anlaşmazlık çıktığında mesele Allah'a ve Resul'e götürülecektir.

Yönetilenlerle ülü'l-emr arasındaki ihtilâfta, bu ikincisi de taraf olduğu için tek merci Allah ve Resulü'dür; yani –biraz sonra açıklanacağı üzere– dinin ana kaynakları ışığında çözüm üretecek kurumlardır.

İhtilâfın tarafları arasında ülü'l-emr bulunmazsa, meselenin halledilmesinde onun da, benimsenen idare şekline göre salâhiyeti çerçevesinde devreye girmesi tabiidir; ancak ülü'l-emr tasarruflarında Allah ve Resulü'nden bağımsız değildir.

Meselenin “Allah'a götürülmesi” Kur'an'a, “Resul'e götürülmesi” ise sünnete başvurmayı gerektirir.

Anlaşmazlık konusunda bu iki kaynakta çözüm ve hüküm var ise bu, bütün ümmet için bağlayıcıdır ve gereğine uyularak anlaşmazlık çözüme kavuşturulur.

Bu iki kaynaktaki çözüm her zaman nokta tayini şeklinde değildir. Kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün anlaşmazlıkların konu konu, parça parça çözümü Kitap ve Sünnet'te bulunmaz. Ancak bütün anlaşmazlıkların çözümüne ışık tutan ilkeler, işaretler, delâletler, örnek ve emsal çözümler vardır. Bunlardan yararlanarak çözüm ve hüküm bulma işine ictihad denir. İctihad bilinmeyenleri, açıkça belli olmayanları, anlaşmazlıkları Kitaba ve Sünnet'e başvurarak (götürerek) çözme metodunun ve çabasının adıdır; Resûlullah tarafından sahâbeye öğretilmiş, daha sonraki nesiller de bunu, onlardan alarak usulünü yazmış, kullanmış ve geliştirmişlerdir.

“Eğer bir hususta (âyetteki kelimeyle “şeyde”) anlaşmazlığa düşerseniz...” şeklindeki cümle yapısı umum (genellik) ifade eder.

Buna göre müminlerin hayatında ihtilâf konusu olan her şey çözümü Kur'an'dan ve Sünnet'ten alacak, başka bir deyişle çözüm, bu iki kaynağa başvurularak aranacaktır. Hem hâkim (hüküm koyan) hem de mâbud (kendisine ibadet edilen) yalnızca Allah'tır. Allah'a mahsus bulunan bu sıfat ve salâhiyetlerin, aynı mahiyette olmak üzere bir başka merci veya şahsa tanınması şirk, bu merci ve şahsın Kur'an'daki adı da, Nisâ 60. âyette zikredildiği üzere tâguttur.

Zübeyr b. Avvâm ile bahçe komşusu arasında su yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hz. Peygamber (asm)'e başvurdular; o da “Zübeyr! Bahçeni suladıktan sonra suyu sal ki komşun da sulasın.” buyurdu. Komşu (bu hükmün din kuralı koyma değil, sulhetme mahiyetinde olduğunu düşünmüş olmalı ki) Hz. Peygamber (asm)'e, Zübeyr'in tarafını tuttuğunu ima etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber şikâyetçinin tutumundan hoşnut olmadı ve bu defa Zübeyr'e normal hakkını kullanmasını söyledi.

Buna göre gerçek iman sahiplerinin iki temel vasfı olmalıdır:

a) Aralarında bir anlaşmazlık çıktığında Resûlullah'ı hakem kılmak, onun hükmüne başvurmak.

b) Hz. Peygamber (asm) bir hüküm verince bunu benimsemek, onun âdil olduğuna inanmak, itiraza kalkışmamak. Allah'ın dininin hükmü demek olan Resûlullah'ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden benimsemek iman alâmeti olmakla beraber insanların beşeriyet icabı menfaatlerine uygun gördükleri ve istedikleri hükmü elde edememeleri karşısında üzüntü duymaları da küfür veya nifak alâmeti değildir; yeter ki, verilen hükmün haklı ve âdil olduğuna inansınlar!

Şevkânî'nin Taberânî, Ziyâ el-Makdisî gibi hadisçilerden naklettiğine göre bir sahâbî Allah Resulü'ne gelmiş ve dünyayı kendisine dar eden şu endişesini dile getirmiştir:

“Ey Allah'ın elçisi! Ben seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm. Anladım ki, sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden korkuyorum!..”

Hz. Peygamber bu sözlere cevap vermeden Cebrâil gelmiş, Allah'a ve Resulü'ne itaat edenlerin cennette kimlerle beraber olacaklarını bildiren âyeti getirmiştir:

“Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ, 4/69)

"Üzerinize emir olarak Habeşli siyahi bir köle bile tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin..." anlamındaki hadisi nasıl anlamalıyız?
Sorularla İslamiyet'ten Allah Razı olsun.

Renkli Kaynak için;
https://sorularlaislamiyet.com/blog/ulul-emr-kimlerdir-ulul-emre-itaat-nasil-olmalidir

 KURAN DA GEÇEN AYETLERE BAKIŞ

Fetih 10-
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟

Sana BİAT edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.

Fetih 18- 19
لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ

وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

Şüphesiz Allah, ağaç altında sana BİAT ederlerken inananlardan  hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (18-19)

Mümtehine 12-
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ey Peygamber! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana BİAT etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

https://play.google.com/store/apps/dev?id=6943329634840904198

Ayetler sola dayalı olmadığı için özür dilerim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder