17.12.18

BENİM DİNİM-SENİN DİNİN

Resim; http://www.ussaki.info/tevrat-incil-ve-zebur-gibi-semavi-kitaplarin-isaretleri-onun-asm-nubuvvetine-delildir/





Bismillahirrahmanirrahim!

Hiç şüphesiz ki en iyi O bilir. Bize çoğu konuda çok az bir ilim vermiştir.  Ancak Ona sığınır, Ondan yardım dileriz.


BENİM DİNİM-SENİN DİNİN


Sebepleri her ne olursa olsun, gerekçeler neler olurlarsa olsunlar, bir türlü İslam dairesine girme şansı, imkanı ve yolu bulamadığından dolayı mümin olamayan tüm insanlığın ortak düşmanı, kâbusu, korkulu rüyaları müslümanların bizatihi kendileri değil, bilinç altlarında yatan bilakis sahip olduğu o eşsiz, benzersiz değerleri olan ve aynı kaynaktan beslenen müslümanlık ya da İslamın ta kendisidir.

Bilindiği gibi İslamdan önce hırıstıyanlık, ondan da önce Davut'a nüzül olan din, ondan da önce Musa'ya indirilen dinleri bilmeyenimiz yoktur.

Yani yukarıdaki ilk paragrafta islamı bir kenara bırakıp yerine, hırıstıyanlığı, Davuduliği, Museviliği,  İbrahim'in Tevhit dinini hatta Lut'iliği, ya da Şit,ilikle,  Adem AS a kadar olan herhangi bir Suhuf ya da sayfa ve Vahyolunmuş herhangi bir kitap ta koymuş olalım yine durum değişmez. Günah ta olmaz.

Sırası gelmişken hemen burada söyliyelim. Dinin, dinlerin kendi aralarında büyüklüğü veya küçüklüğü daha öz bir deyişle birbirlerine üstünlükleri ya da aşağılıkları yoktur. Olamaz da. Çünkü kaynak bir ve hepsi de Cebrail AS aracılığı ile Allah tarafından Vahiy ile önceden seçilen ve korunan Peygamberlere, onlar aracılığı ile de biz kullara tebliğ edilmişlerdir. Örnek olarak devam eden nesiller için yani bizlerin bu günü için yaşanmış, geçmiştirler. Geçerken de süzülmüş emir ve yasakları da dimağılarımıza, kalp ve gönüllerimize perçinleyererk gitmişlerdir. Bütün bu yaşanan hak dinler birbirlerini yalanlayamaz, aksine birbirlerini tasdik eder ve doğrular, birbirlerini tamamlar ve pekiştirirler. Tıpkı somunun civatayı sıktığı gibi birbirlerine de sıkı sıkıya bağlıdırlar. Özde.

Çoğumuzun yanlış bildiği, hala yanlış öğrenilmeye devam eden en bariz ve en çok basit bir hata da; "Dört Hak din vardır. Dört te büyük kitap. Dördü de Haktır" diye alışılagelmiş olan, kendi basit ama cürmü çok büyük bu öğretiden kaynaklanmaktadır. Hatta desteklemek için buraya: 4 kitap, 4 peygamber, 4 mezhep ve 4 büyük melek te denilmiştir. Bilerek veya bilmeyerek.

Bu 4 öğretisi belki ilk anlarda iyi amaçlı, kolay öğrenilsin diye ortaya atılmış bir alfabe veya tez iken,  kendini yüzyıllar boyu geliştirmiş, karşımıza olmazsa olmaz olan, devasa bir bilgi birikimi ve öğreti okarak kendine dimağılarımızda yer edinmiştir.

Hemen buraya 124.000 den fazla peygamber ve her birine vahyedilen 124.000 den fazla suhuf ya da kitapların tamamı haktır ve hepside büyüktür demeden geçmeyi uygun göremiyorum. Çünkü tamamı Levh'i Mahfuz kaynaklıdır. Yanlışım var ise lütfen ilahiyatçılarımızdan acilen düzeltilip tekzip etmemi sağlamalarını saygılarımla arz ederim. Çünkü Dört büyüğü kabul edip te diğerlerini yok saymak ya da küçümsemek veya görmezden gelmek; hem o pegamber, ve hem de onlara inanıp salih ameller işleyip cennetlik olan ümmetlerine  hakaret telakki etmiş olup, hem de biz insanlığa, onlara bu hakaretlerimizle yaratılmışlar olarak iftira atmış, artı Şirke kadar da bizi götürmüş büyük bir günah olabilir. Çünkü Her peygamberin kendilerine canlarını feda edecek kadar inanan müminleri, aynı zamanda da sözkonusu peygamberlerinin ciğerlerini söküp yiyecek kadar ileri giden asileri olduğu tüm vahiy ve kaynaklarla sabittir. İslâm kaynağını ve peygamberini  hatta ümmetini bu ümmetlerin inananlarından almıştır diye iddia ediyorum. İnanmayanlar ise negatif değer olarak zamanlarında yok olup gitmişlerdir. Allah muhafaza.

En sevmediğimiz Israiloğulları dahi olmasa idi, ki niye sevemiyoruz onu da hala bilemiyoruz; hırıstiyanlık, ve yine hırıstiyanların inananları olmasa idi İslam Peygamberi ve islam olamayabilirdi de. Şayet herhangi bir peygamberin tüm inananları kendi devrinde yok olmuş olsa; Allah bilir yeni bir Nuh Tufanı ya da İsa'nın Babasız gönderilmesi gibi değişik yollar ve taktikler izlemesi de olasıdır. Hatta bir hadiste  "tüm peygamberler, baba bir kardeştirler, anaları ayrı, fakat dinleri birdir" buyurulmuştur. 

Hüküm yine de O'nundur, hiç şüphesiz...

Evet 4 hak din ve 4 büyük kitap vardır demiştik, bunların hangisine uyarsak uyalım Allah'ın ipine sıkı sıkıya tutunmuş, cennetine koyacağı inananlar grubuna dahil olabiliriz belki. Ama demezler mi adama; madem 4 ü de aynı kaynaktan beslenmişlerse bu farklılıklar, tezatlar nedir diye. İşte asıl beni yazmaya zorlayan en can alıcı soru burda kendini gösteriyor: 

"Kaynak bir ise bu 4 dinin birbirlerini doğrulamaları gerekirken, neden toplumu ve medenietleri yüzyıllar boyu çatıştırdı?"

Evet!
Maalesef membaı, aracısı aynı olan bu 4 dinin inananları, birbirlerini doğrulamaları ve kendi içlerinde birbirlerine arka çıkıp sahip olmaları gerekirken, nerdeyse insan ırkını yok edecek kadar ileri gittiler.
Bunun da en büyük nedeni o kaynakları toplumun ve çağın şartlarına ayak uydurabilmeleri gayreti ile 4 kitabın 4 ü de aralarındaki mesafeyi biz farkına bile varamadan âdeta uçuruma çevirmiş, hem birbirlerini yalanlar konuma evrilmiş, hem de tabi oldukları tüm inananlarını birbirlerine düşman haline getimişlerdir.  

Burada kaynağın ya da dinin yine hiç bir etkisi yoktur. Olmamıştır. Olmadı da. 

Çünkü Peygamberler içlerinde olduğu zamanlarda o ilahi kudret cap canlı, inanan ve inanmayanlara etkili bir şekilde tesir etmiş, adeta kurt ile kuzuyu aynı mezralarda birbirlerine zarar vermeden yaşar bir konuma getirmiştir. 

Olan; Ayetleri çağın gereğine ve toplumun şartlarına uydurmaya zorlarken ki biz buna Reform diyoruz, tamamen kaynağından bir yol veya çatlak bulup, oradan sızıp, başka mezralara akarak bir kuzu postuna bürünnüş kurt olan o öğretileri, o birikintileri gören ve o günün inananları, teba yani (mümin)ler de bunu bir din olarak benimseyip o dinin sahipleri olmuşlardır. Halbuki din gününün sahibi Allah'tır.

Yani insanlığa... 

Ortaya korkunç mezhep, din ve yorum farklılıkları çıkartılarak işi savaşlara kadar götürmüş, insanlık, din ve Allah adına, sevap uğruna birbirlerini adeta hunharca katledebilmişlerdir. Üdtelik bu katl'lerini de vahye dayandırmışlardır. O inanca sahip olanlar günümüzde de hala kendilerine yaşam alanı bulabilmektedirler. Bu yüzden din' i mutlaka ve mutlaka devlet öğretmelidir. Diye düşünüyorum.

İşin garibi bu konularda Cihat Ayetleri de vardır. Sabittir ve gayet te açıktırlar. Bu ayet ve hadislere dayanarak kendilerine görev addedip dünyayı hâlâ yaşanamaz bir hale getirebilmektedirler. Getirmeye de günümüzde de devam etmektedirler. Çünkü günümüzde içlerinde Peygamber ve onun örnek öğretileri yoktur. O ayetler bizzat Peygamberler içlerinde iken, onların eli ve vahiy yolu ile bu ayetleri insanların düzeltilebilmesi, refah ve huzur içinde yaşayabilmesi için o emirleri Hak yeryüzüne  o gün için, o gün vahyetmiştir. Ve sonunda da malum son din İslam bir önceki Romalıları yani iseveliği Allahın emri ve izni ile yıkarak yeryüzüne hakim olmuştur. İsevlilik yani Romalılar ise kendinden önceki din olan çok sayıda peygamberlerin getirdikleri dinleri kenfi bünyelerinde toparlamıştır. Gerek İsa, gerekse Musa AS zamanında ise İsrailoğulları ve Romalılar yaşanan çağın çok çok ötesine geçtikleri tarihi birer vakıadırlar.

Belki İsevilik zamanla vahye uymaya devam etseydi  İslamın gelişi gecikebilecekti. Diğer dinler de ona kıyasla gecikip, belki insanlık bu gün henüz Nuh Tufanından önceki bir dini yaşıyor olabilecektik. Yani insanlık belki de kendi kaderini kısaltıyor hükmüne  varabilmemiz mümkündür. Ya da azgınlıkta ileri gidersek, din de tamamlanmış olduğuna göre Ayette buyurulduğu gibi; "Artık bekle; onlar da bekliyorlar." ı hızlandırıp, günü asla belli olmamış ve olmayacak olan kıyameti yaklaştırabilmek belki biz Ademoğullarının insiyatifine ve yaşam tarzlarına bağlamıştır. Çevre, hava kirliliği, kaynakların tüketilmesi, savaşlar, ilim, fen, uzaydaki dengenin bir şekilde bozulması gibi...

Günümüzde ise Benim dinim senin dininden üstündür anlayışı hakim olmuş yine birbirlerini katletmek için fırsat kollar hale gelmiştir. İşte Allahın kullarına bahşettiği adaletli rızk yine din adına, gelişmişlik adına güçlü olanlar israf yolunu tutarlarken, zayıf olanlar ise özgür olmayan, tehditkar bir ortamda rızklarını zar zor, kıt kanaat temin edebilme ve yaşamlarını zorluklarla olmayan kaynaklardan temin edebilme çabalarına düşürülmüşlerdir.

Din belirli sürelerde belirli topluluklara aynı yol ve yöntemlerle, o toplumların aralarını düzeltmek, yapılan bariz kötü iş, eylem ve alışkanlıkların önüne geçebilmek için ihtiyaca göre azar, azar indirilmiş olup, buradaki azar, azar hem her peygamberin ümmetlerinin kavrayabileceği ölçüde azarlık,  hem de Adem AS dan Hz. Muhammede kadar olan peygamberler ve kavimler arası artarak, ağırlaşarak gelen aşamalardaki azarlıktan bahsedilebilir. Yani Şit AS ve kavmine Riba'yı haram kılmayı gerek görmez iken, Muhammet AS ve kavmine de kayadan deve çıkarmaz anlamında...

Kaynak Vahiy'dir. Vahiy Allahın emir ve yasaklarıdır. Kainatı yaradanın emir ve yasakları doğrultusunda sürdürebilme öğretisidir. Vahiy şekilleride çağın gereklerine göre kendi içlerinde de çeşitlilik gösterebilmişlerdir.

Tüm yaradılmışların ilahı Allah ise ve Allah'ın 99 tane muhteşem sıfatı ve bu sıfatları aksatmadan yerine getirecek kudreti olduğuna şüphesiz şeksiz inandığımız kabul edilmiş bir vakıa ise bu dengesizlik veya adaletsizlik nedir diye sorduğumuzda, dolaylı olarak değil, bilerek veya bilmeyerek direkt olarak Allaha ve O yüce yaradanın gücüne iftira atmış ve hiç bir şey bilmediğimizi, ya da yanlış bilgilerle donatılmış olduğumuzu anında itiraf etmiş oluruz. Bu da Şirk'tir.

Çünkü O Adildir. Mutlaktır. Merhametlidir. Yücedir. Güçlüdür....(Esmaûl Hûsna)

Ama bir Müslüman olarak itiraf etmeliyim ki. Tüm bu dinleri kapsayan, en az tahrif edilmiş olduğuna inanılan, yine Allahın kutsal kitabı Kuranı Kerimde açık seçik beyan ettiği " Onu biz vahyettik, yine biz koruyacağız" ve "Allah katında yegâne (hak) din İslâmdır." ayetleri ve Kuranı kerimi yeryüzüne inmiş bütün ilahi din ve emirleri kapsayıp içine aldığından dolayı Müslüman olduğum için onur duyar, emir ve yasaklarının bana en mükemmeli öğrettiğine, beni bu dünya da tüm kötülüklerden koruyup,  ahirete de en mükemmel bir şekilde hazırlayacağına inanarak yaşamaktan onur duyarım.

Elhamdûlillah!

Çünkü Peygamberimiz Hz. Muhammed'i kast ederek "Biz seni Alemlere Rahmet olarak indirdik" ayeti kerimesi ışığı altında Hz Muhammed (s.a.v)e inen Kuran'ı Azim sadece bir topluluğa değil aynı zamanda bütün kâinata, hatta geleceğe indirilmiş bir yaşam tarzı olup, diğer Hak kitaplardan da  sonra vahyolunduğundan dolayı tüm dinleri içine alır ve hepsini kapsar. Kanaatini  her zaman taşıdım.

İlaveten Kur'an ın en son indirilmesi hasebiyle diğer kitapların ameli hükümleri tam olarak düşmemiş olsa bile kuran âyetleri onları bir nebze zayıflatmış ya da tamamına yakınını kendi içine hapsetmiştir.
Öyle değil ise bu yazıyı okuyan Siz değerli okuyuculardan biri ya da birileri Kuran'dan önce vahyolunmış bütün kitaplarda olup ta Kuran'da olmayan geçerli bir tane emir ve yasağı alttaki yorum sayfasına yazabilmesi gerekir.

Kuran başta olmak üzere vahyolunan tüm dinler İyiyi kötüyü, çirkini güzeli, pis veya temizi, hatta bir yaradılmışa verilmiş emanet ömrünü, çevresine ve kendisine zarar vermeden idame ettirebileceği her türlü bilgiyi Allah aşama aşama türlü örnek ve yaşam tarzları ile öğretmiş, dimağılara da istendik davranışlar olarak yüklemiştir. Üstelik bu yüklü ya da sonradan yüklenen Vahye uyup uymayanlara da gerek bu dünyada, gerekse ahirette mükafat ve azapları ile önceden uyarmış, bildirmiştir. Son din İslamı seçmiş ve tamamlamıştır.

Sakın diğer din mensupları hemen ümitsizliğe ya da karamsarlığa kapılmasınlar.

Ben dinleri hep Venn Şemasına benzetirim.
En içte Adem AS. En dışta ise hepsini kapsayan İslamı koyar, Tabi süreç ve etki alanlarına göre renklendirilip, kapsama ve etki alanlarına göre genişletilebilir ya da daraltılabilmek şartıyla. Ama mutlaka İslamın tüm Vahiy dinlerinin tamamını kapsaması aklen ve mantıken, hatta sabit verilerle kapsayan olması ön şart olması gerekir. Ayrıca bu şemanın dışında kalan bir çok din zannedilen inanç sistemleri de vardır. Onların ise bu şema içerisine dahil edilebilmeleri için sabit, sağlam veri ve kaynaklara dayandırılması vahiy olduklarının isbatı ve belgeleri gereklidir. Çünkü sabit Ayet ve hadislerle sabit kılınan Vahye dayalı dinlerin tamamına yakını bilinmektedir. 

Ayrıca İslamdan sonra da bir din gelmemiş, bunu da Son peygamber ve ümmetine âyetleri ile muhtelif şekillerde yüce Allah bizzat kendisi bildirmiştir. Şayet öyle olmamış olsaydı 1400 küsur yıldan bu yana en az 6 adet peygamber veya din gelmesi gerekmez miydi?

İslam harici diğer kutsal kitapların değiştirildiklerine ve değiştirilme süreçlerine ise burada hiç değinemeyeceğim.

Selam ve Dua ile!


15.12.18

YOK ÖYLE AMİNLE MAMİNLE İNŞALLAHLA MİNŞALLAHLA DADAK

Okuma zahmetine girmeyenlere mahsus ÖZET:

 "Allah ancak SALİH AMEL İŞLEYİP. KENDİSİNE ŞİRK KOŞMAYANLARIN DUALARINI KABUL EDER"


LÜTFEN RESME AMİN DEMEYİN AMA LÜTFEN







Çünkü  o uçanlar ebabil değil gözüm. Onlar uçtu geçti. O zaman olmuş bir vakıa.

Bu gün karşındaki de Fil Ordusu değil gözüm onları da ebabiller ol zaman erittiler.

BU GÜNE GEL

GÜNÜMÜZDE SENİN OY LARIN VE DÜNYA ŞERLERİ İTTİFAKI VAR AHMAK OĞLU AHMAK.

Yok öyle aminle, maminle, inşallahla, maşallahla kurtuluş. Dadak, huri, cennet... Olmamalı da.



ALLAH SENİN HAMBALIN MI?

YOKSA EMİR KULUN MU? 



Oy unu Allahın düşmanına vereceksin.

Dünyanın başına musibeti şerri bela edeceksin.



Ondan sonra

Arakan'a

Myanmar'a

Suriye'ye

Mısır'a

Irak'a

Filistin'e... neyse sen daha bilin oraları.. şora şura acıyıp aminle maminle inşallahla maşallahla goya DUYGUSAL MÜMİN PORTRESİ ÇİZİP "BAK BEN MÜSLÜMANIM. ÜLKEM HUZURLU. ALLAH BENİ SEVİYO BEN İYİ OY VERİRİM DİYE HAVA ATACAKSIN"

GEEEEEL!

ULAN ONLARI BEN BİLE YEMİYORUM BE. HİÇ ALLAH YER Mİ



Bak Benim gibi OY verdiğin adama sahip çıkıp, Şerleri perişan edeceksin. 

Oralar gibi olmayacaksın.



ALIN SİZE AYET

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ

اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ

Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?

Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ

تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ

Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları haline getirdi. (3-4-5)



ALIN SİZE MUCİZE


İSLAM ÜLKELERİNE BAK


Anam avradım olsun Allah Merhametli de çoğunu affediyor.

Ben oluyum İslam Ümmetini toptan helak eder yerine İSRAİLOĞULLARINI BELKİ KÖPEKLERİ TEKRAR YERYÜZÜNE HALİFE YAPARIM.

Bunlar Anlayana Tabii


Anlamayanlara mı?

TAŞLAR KONUŞTU

AY DENİZ YARILDI

AĞAÇ YÜRÜDÜ

LEŞ DİRİLDİ

SULAR KAN OLDU

HER YERİ ÇEKİRGE SARDI

ARZI SU BASTI

CİNLERE HÜKMEDİLDİ

KAVİMLER TAŞ OLDU YANDI ...DA YİNE İNANILMADI...

BİİİİİPLERİNİ GÖRDÜLER.



NE OLDU

ALLAHI KÜÇÜLTÜP ONA ZARAR MI VERDİ

HER ŞEY ALLAH İÇİN

SEN BİLE

ONA BU DÜNYA ÇOKTA TINN


TÜM YAPILANLAR ONUN NAZARINDA SUDAKİ KARINCAYA ÇÖP GÖNDERME KADAR DEĞERİ GEÇERLİLİĞİ HÜKMÜ ETKİSİ YOKTUR.


Ancak ALLAH SENİN KENDİ ELLERİNLE SENİN YAŞAM ALANINI BİNA EDER..

Tüm bunlar karşısında yapacağın 1 oy

Hatta zaten basıyon. Ora basacan.


Benden bu kadar.

Gerisi Allahla senin aranda. 

Hayırlı olsun.

Bilmiyordum da diyemezsin artık..


SELAM VE DUA İLE

14.12.18

SAAT 9 DA LAMBALARI YAKSANA


SAAT 9 DA LAMBALARI YAKSANA


Bu gün ne oldu "doktor doktor"
 yazdım google'ye, bilirsiniz zaten "kalksana"yı da kendi ekleyiverdi yine kalınca. Zaten hep aklımdaydı.
Bi daha bakayım dedim, tıkladım.

Bizim yani her türk çocuğunun ezbere bildiği hüzünlü bir şiir yine geldi. 
Hep hoştu. Ve şöyleydi:

"saat dokuzu beş geçe
atam dolmabahçede 
gözlerini kapadı,
bütün dünya ağladı

doktor doktor kalksana
lambaları yaksana
atam elden gidiyor
çaresine baksana

uzun uzun kavaklar
dökülüyor yapraklar
ben atama doymadım
doysun karatopraklar

müze müzeye bakar
müzenin içinde atam yatar
atamın çocukları
atama selam çakar" ....

 yine hüzünlendim tabi, şiirin tamamını okudum, aklıma, ne aklı,... şeytanımın bile aklına hiç bir şey gelmedi inanın. Tıpkı sizin şu an gelmediği gibi.

Ama aşağıya doğru okumaya devam ettiğimde o hiç kimsenin aklına gelmeyen, belki gelmiştir de benim okumadığım bir şeyi getirdi aklıma, ya da ilerde linkini vereceğim site beni öyle yönlendirdi. Bilemiyeceğim.

Sanki bir sır çözülmüş beni bekliyor gibiydi.
Anlatılamaz!
Dehşetüstü birşey!
Kabul edilecek gibi değil!
Dehşetin de ötesi....

İzah edeyim.
Malum o her yıl 10 Kasım sabahı saat 9 u 5 geçe sirenleri çaldıran, trafiği durduran. Ne trafiği.. Hayatı felç eden o yüce an. Atamızın o ters yatık 193oo in yası... Linki burda;" https://www.uludagsozluk.com/k/doktor-doktor-kalksana-lambaları-yaksana/ " Yani bu sayfa.
Okuduklarınızın çoğu da buradan alıntı zaten. Hatta tamamı. Çünkü okuyunca SAHİ dedim ya bunu yazıyım. Umarım 80 yıllık bir Tabuyu yıkmış ya da hakaret etmiş olmam. Derdim de o değil zaten.
Ben "yapılan işlerin ahval ve şeraitlerini, günün şartlarını bilmden hüküm vermem." Günah zaten.

Asıl derdim Lamba ve saat 9 olayı. Bir de bunun 5 geçesi var.

Bakın şimdi. Sizin de aklınıza getireceğim.

"saat dokuzu beş geçe
atam dolmabahçe de 
gözlerini kapadı,
bütün dünya ağladı".... Buraya kadar tamam. Bütün dünya ağlayabilir. Düşman da olsa, denize de dökmüş olsak, olabilir...insanlık hali, ya da Şair biraz renk katmak için ağlatmış olabilir. Orasını yedik. Hala da yiyoruz. Daha da bi 100 yıl da yeriz gibime geliyor da...abi biz alışmışız bi kere. "Ver yiyim ört yatıyım"..a ama konumuz bu da değil.

Konumuz şiir, hatta 

Sıkı durun asıl işin kritiği burada başlıyor;
"doktor doktor kalksana
lambaları yaksana
atam elden gidiyor
çaresine baksana"  haydaa...aklıma takıldı. Ne takılması 1 aydır hiç çıkmıyor ki zaten aklımdan. Hatta o uludağsozluk öyle bir taktırdı ki.
Düşünsenize: Saat 9:05 geçiyor yaa! Nasıl izah edeceğiz bunu, hiç mi demediler o günün büyükleri. Gerek ata ölürken, gerek şiir neşredilirken.
-Hoop saat 9 beyler üstelik 5 geçiyor!  Nooluyoruz, ne lambası? filan.
Neden sorulmadı.?
Bu sordurmayan, sorgulatmayan güç nasıl bir güçtü, ne idi? 
Ya da ona hadi güç diyelim. Biz neden asla akıl edemedik bunca sene?
İşte şimdi soruyorum: Geç olsun, güç olmasın.
1- Doktor sabah saat 9 da neden yatıyor? Üstelik 5 geçe
2- 09 u 05 geçe lambaları neden yakıyor? Lamba değil dikkat edin. Tüm Lambaları. Düşünsenize. Herhalde her yeri zifiri karanlık görmese, Şair bu tümceleri demez. Deme gereği duymaz.
Lamba; bildiğimiz ampül,  hadi o günün şartları ile gaz lambası olsun.
Düşündüm, düşündüm düşündüm.. dedim ya; ya hava karanlık, ya da lambalar cenazede, pardon bir sekaret halinde olan biri için yakılır, Yakmak ta lazımdır. O da kabul. Ama saat 9 u 5 geçe doktor niçin, nasıl hâlâ yatabilir? Üstelik Ata hasta iken..

Hadi yatabiliri de bir yere koyalım

İşte asıl oynanan kendi küçük ama cümrü devasa büyük iyiliğin cevabı bence. Rhetorik soru değil. Türk usulü "yanıtlı Sual bu."

Neden 'doktor doktor kalksana, lambaları yaksana...' diyor.? saat 9'u beş geçe?

Neden?
Buldunuz değil mi?
Iyilikten... iyilik etmişler burda galiba.

Şimdi!
Bence Şair tam olay yeri ve zamanında oradaydı 'doktor doktor kalksana, lambaları yaksana...' dedi. Çünkü hava karanlık. Olay tam da şairin görfüğü gibi geceyarısında da ondan.
Ama o güç, güçler, ya da bilirkişiler mi diyelim, her neyse şiir bile yazılmadan evvel şiir deki 80 yıllık bir düzeltmeyi oraya şak diye yapıştırıyorlar. Şairin onlardan haberi yok, o küçük düzeltmeyi bu olayın içine yapıştıranların Şairin bu şiiri yazacağından haberleri yok. Gerisi bırakın ayıkmazlara gitmiştir. Ata defnedilir, şiir yayınlanır vs vs. Bilirsiniz Şairler tarihin görgü şahitleridir. Olay yerinde gördüklerini yazarlar...
Ha..düzeltme demişsem kötülüğüne de değil ha. Hani laf aramızda sabahın saat 04: 58 inde filan olay şayet cereyan etmiş ise; Sivrinin biri; ümmeti müslümanı rahatsız etmeyelim babında, küçücük, minnacık bir hile. İslamda yeri de var; "Hilei Şeriyye" 
Zahmet etmeyin onu da bulup buraya yazayım: 
Harama düşmemek için kurtuluş çaresini bulmak.
Hile-i şeriyye = dine uygun çare bulmak, günahsız yalan, diye de yorumlayanlar vardır, anlamında

Yani bu olay tam da geceyarısı vuku bulduysa.  suikasta ya da ecelinden evvel kurban gitmemişse şayet. O ayrı bir araştırma konusu, Sarılıktan Siroza çeviriyor, 57 yaşından da genç. Her imkana haiz Gazi, Müşir, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri..Allah bilir.
Bu saatte açıklama yaparsak, falan filan. Hem zahmeti çok olur, hem de gelenler zamanla azalır gibilerden.. Atanın iyiliği için.
Ulusun Ali menfaati için hani hep yapılır ya. O türden.

Olur mu bu yaa?
Yapılır mı?
Bunu da mı yaptınız yoksa?
Yok yapılmadı, bu şiir ne?
Rahmetli Kutay olsa idi bi açıklama getirirdi.  Gel de çık işin içinden.

Bak kardeşim bu yaptığın ki bilmiyoruz Eğer yapmışsan 350 milyondan fazla, ki bunların çoğu rahmetlik oldu, atasının ölüm saatine saygı duymadı sayılmışsa..

Sehven 5 saat sonra ya da evvel her ne zaman ise  o görevi hakkıyla hatta hakkından fazlasıyla ifa edip te senin o hilei şeriyye yüzünden  Şayet Ata kabrinden bakıp kimsenin olmadığını görünce " hay bunlara iyilik yapanda suç" demişse
En çok ta onca milletin o küçük yalana inanıp hayatı, trafiği  durdurup boşu boşuna sokaklarda donduğuna senin o küçük hilenin sebep olduğuna.. hep senin o iyiliğin yüzünden ise bunun vebali çok ağır kardeşim.
Yine tam sonunu istediğim gibi bağlayamadım ama anlayan anladı. 
Ama 
Sende hiç mi insaf yok?  demeden de edemeyeceğim.

Bir de
"müze müzeye bakar
müzenin içinde atam yatar"  var.
Bu da tamam. Müze müzeye bakabilir. Gayet normaldir. Gelmişken onu da gezelim gibilerden. De daha Ata ölmedi ki. Doktor sabah saat 9 u 5 geçe yataktan kalkıp, lambaları yakıp Atayı muayene edecek. Belki hala sağdır. Tavuk değil ki. Ölmüş bu. Bunu defnedin diyecek hali yok ya. Bunun komisyonu var. Heyeti var. Bilirkişi raporu var. Hele hele Ismet Paşa var. Var oğlu var..
Müze bu şiire neden kondu?

Devamla
"atamın çocukları
atama selam çakar".... 
Hiç bir şey tazmasam da olur ama trajıkomik yaa () siz doldurun...
Hadi tamam. İnsan cenazeye saygı duyar. Ama burda atamın çocukları atama selam çakar diyince aklıma hep mao nun filmi gelir.
Hani şapkalı, kısa donlu çakı gibi çocuklar. Ellerinde kızıl bayrakları sağa sola havada yüzdürüşleri

Her ne ise  Şiiri bi daha okuyunca zaten sorgulaman şak diye kapatılıveriyor.  Şiirin ve bizim özelliğimiz bu abim.

Bakın şimdi!
"saat dokuzu beş geçe
atam dolmabahçe de 
gözlerini kapadı,
bütün dünya ağladı

doktor doktor kalksana
lambaları yaksana
atam elden gidiyor
çaresine baksana

uzun uzun kavaklar
dökülüyor yapraklar
ben atama doymadım
doysun karatopraklar

müze müzeye bakar
müzenin içinde atam yatar
atamın çocukları
atama selam çakar" ..demedimmi Size?







Hepsi gitti değil mi?
Bak ben buna full hardreset! diyorum.
İşte bütün yazdıklarımın en en en en asıl amacı bunu anlatmaktı. Şimdi sıra facebook ta ne var?
Twitterde kaç takipçi, parti, dizi. Ha bi de TikTok çıktı. Dehşet... filan fistan
Yaaa...
Esen Kalın!


12.12.18







VEDA HUTBESİ


Bismillahirrahmanirrahim!
“Hamd, Allahü teâlâya mahsûstur". O’na hamd eder, O’ndan yarlıganmak diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin günahlarından Allahü teâlâya sığınırız. Allahü teâlânın doğru yola ilettiğini saptıracak, saptırdığını da doğru yola iletecek yoktur.

"Ey insanlar!"
" Sözümü iyi dinleyiniz!"
Bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

"İnsanlar!"
Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

"Ashabım!"
Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!

Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

"Ashabım! "
Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin.biliniz ki riba'nın her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir.İlk kaldırdığım riba'da Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın riba'sıdır. Lakin ana paranız size aittir.ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.

"Ashabım! "
Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.
Cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

"Ey insanlar! "
Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir. Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız.

"Ey insanlar! "
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allahın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allahın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.

Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

"Ey müminler! "
Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allahın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.

"Müminler! "
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malıda helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

"Ey insanlar! "
Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır.  Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allahın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder.

"Ey insanlar! "
Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın arab olmayana arab olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. 

"AZASI KESİK SİYAHİ BİZ KÖLE BAŞINIZA AMİR OLARAK TAYİN EDİLSE SİZİ ALLAHIN KİTABI İLE İDARE EDERSE ONU DİNLEYİNİZ VE İTAAT EDİNİZ. "

Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. 

"Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

1- Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
2- Allahın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.
3- Hırsızlık yapmayacaksınız.
4- İnsanlar "la ilahe illallah muhammeden rasulullah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum.
Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allaha aittir.

"İnsanlar! "
Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz?
Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; 
"Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şehadet ederiz".
Bunun üzerine Resul''i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

"Şahid ol Yarab!
Şahid ol yarab!
Şahid ol yarab!"

Hz. Muhammet




9.12.18

BİAT BEYAT OY







BEY`AT, BİAT, BEYAT OY

KELİME ANLAMI:

Kabul etmek, razı olmak ve tasdik etmek anlamında kullanılan bir ıstılahi kelimedir.

Bey`at "Bir mükellefin, ehil olan bir cemaat (Ehlu`l-hall ve`l-akd) tarafından tesbit edilen Halîfe`ye (Imam`a, Ulû`l-emr`e) itaat edeceğine ve sadık kalacağına dair söz vermesidir."

Bey`at; kitap, sünnet ve sahabe-i kirâm`ın icmaı ile sabit olan sâlih bir ameldir. İzahına ve aşağıdaki bilgiler ışığında Ben günümüzde "Rey ya da OY" olduğuna inanarak yaşadım. İnşallah o mival üzere de ruhumu teslim ederim. İnşaallah!

Bir de Beyat etmeden ölenlerin cahili yaşam üzerine ölmüş olacaklarına inananlardanım. Allahım Affetsin.

Hadislerde:
 Muhammed (asm)
"Üzerinize emir olarak Habeşli siyahi bir köle bile tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin..." anlamındaki hadisi nasıl anlamalıyız?
 "... üzerinize emir olarak bir Habeşli köle bile tayin edilse onu dinleyin ve itaat edin.Sizden, İslamı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin..."
Bu rivayetlerde ulü'l-emre itaatin lüzumu üzerinde durulmuştur.

"Eğer üzerinize Habeşî ve burnu kulağı kesik bir köle, emir tayin edilse, sizi Allah'ın Kitabı ile sevk ve idare ettiği sürece, onun emirlerini dinleyiniz ve itaat ediniz." (İbn Mâce, Cihad, 39; Buhârî, Ahkâm, 4)

buyurur. Diğer bir hadiste ise şöyle denmektedir:

Buhârî'nin Enes (radıyallahu anh)'den kaydettiği bir rivayet:

"Üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah, Habeşli bir köle bile tâyin edilse dinleyin ve itaat edin."

Müslim'in kaydettiği bir rivayette, Ebû Zerr:

"Halilim (Hz. Peygamber) bana: "Kolları kesik bir köle bile olsa emîr'i dinleyip itaat etmemi tavsiye etti." demektedir.

Şârihler, gerek "kuru üzüm" gerekse "kolları kesik" tâbirleriyle emîrin nesebce düşük, görünüşçe çirkinliğinin ifade edilmek istendiğini, yâni emîre neseb ve fizyonomisine bakılmadan itaat etmek gerektiğini söylerler.

Bir diğer rivayet de şöyledir:

"...Üzerinize, emîr olarak, bir Habeşli köle bile tâyin edilse onu dinleyin ve itaat edin." Sizden biri İslâm'ı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. Böyle bir durumda boynunu uzatsın. Anasız kalasıca, dini gittikten sonra, onun ne dünyası kalır, ne de âhireti."

Şu hadiste imama isyan kıyâmet alâmeti olarak zikredilir:

"Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem ederim ki, imamınızı öldürmedikçe, birbirinize kılıç çekmedikçe ve dünyanıza şerirleriniz reis olmadıkça kıyâmet kopmaz."

Bazı rivayetlerde emîre itaat Allah'a itaatle aynı ayarda tutulmaktadır:

"Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur. Emîrime kim itaat ederse bana itaat etmiş olur. Emîrime kim isyan ederse, bana isyan etmiş olur." (bk.  Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 33; Nesâî, Bey’at 26; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, V/64-65)

Buna göre Müslümanlardan olan ve hak ve adaletle emreden idareciler "ulü`l-emr" dirler ve onların Allah (cc)`a isyan anlamı taşımayan emirlerini yerine getirmek gerekir.

Ehl-i sünnet âlimleri, devlet reislerinin adâletli, idarî, siyasî ve askerî işlerden iyi anlayan iktidar sahibi, dirayetli kimselerden seçilmesi lüzumu üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu şekilde seçilerek başa geçen devlet reislerine itaat, umum alimlerin görüşlerime göre vâcibtir.

Ancak, yine Ehl-i sünnet âlimleri, zorlama ve baskı kullanarak zorla iktidara gelmiş olan devlet reislerine de, layık olup olmama durumuna bakmaksınız itaatı gerekli görmüşlerdir.

Çünkü devlet otoritesine yapılan isyan, büyük bir fitne ve şerre yol açar. Malûmdur ki, isyan ile ortaya çıkan parçalanma, kargaşa ve anarşinin kapısını kapamak fevkalâde zordur. Hattâ bazen bu kargaşa, milletlerin ve devletlerin hayatına bile mal olabilmektedir.

Resûlüllah Efendimiz (asm)'in ümmetine, yöneticilerden gelecek haksızlık ve zararlara sabırla mukabele tavsiyesi, onları zulme boyun eğmeye davet değil; bilâkis isyan yoluyla, devlet ve millet bütünlüğünü zedeleyecek daha büyük zulüm ve zararlardan kaçındırmak hikmetine dayanır.

Müçtehidler, müceddidler ve diğer İslâm âlimleri, itaat etmemekle isyan etmeyi birbirinden tamamen ayrı değerlendirmişlerdir. Onlar, Allah'ın emrine aykırı durumlarda hiç kimseye itaat etmemişlerdir. Bununla beraber kat'iyyen isyana teşebbüs yahut teşvik de etmemişlerdir. Aksine, mü'minleri isyandan men etmek hususunda gayret ve himmetlerini esirgememişler ve bu vadide bütün Müslümanlara, halleriyle, örnek olmuşlardır.

Bu bir anlamda mükellefin Islâmî olan (meşrû) her emirde hoşuna gitse de, gitmese de itaat edeceğine dair yaptığı bir sadakat yeminidir. Zira Resul-u Ekrem (s.a.s.)`in: "Müslümanlar gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına gitmeyen her hususta, kendilerinden olan emir sahiplerine itaat ederler. Bununla yükümlüdürler. Ancak günah işlemeleri emredilirse itaat etmezler" (Buhârî, Ahkâm, 4) buyurduğu bilinmektedir. Yine diğer bir hadîs-i şerif`te: "Âllahu Teâlâ`ya isyan olan yer ve konuda mahlûka itaat yoktur. Itaat ancak ma`ruftadır" (Müslim, Imâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87; Nesâî, Bey`at, 34; Ibn Mâce, Cihad, 40) buyurulmuştur. Dolayısıyla bey`at sonucunda ortaya çıkan itaat Islâmî hükümlerle sınırlıdır.

Allahû Teâlâ (c.c.)`nın indirdiği hükümlerin hakkı ile edâ edilmesi ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemesi için, bey`at zaruridir. Islâm ûleması "bey`at ile ilgili ilimlerin, mükellef olan her erkek ve kadın üzerine farz-ı ayn olduğu" hususunda müttefiktir.

Nitekim Ibn Hümâm: "Mü`minlerin kendi içlerinden bir imam seçmelerinin lüzumunun sebebi, Islâmî emirleri hakkı ile edâ etmek içindir" (Ibn Hûmam, Kitâbu`l-Musâyere, Istanbul 1979, s. 265) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret eder.

Dolayısıyla bey`at, müslüman kadın ve erkeğin, müslüman lidere karşı görev ve sorumluluğu, Kur`an`da belirtilip sünnet ile açıklanarak uygulandığı şekilde, kabul etmek için yaptıkları sözleşmedir.

Bey`at, cemaatın selâmeti ve muhafazası, hudûdullah`ın tatbiki için müminlerin kendilerine bir emir tayını ile bu emire itaat etmek üzere ahidleşmeleridir.
Sorularla İslamiyet
Renkli Kaynak için;
https://sorularlaislamiyet.com/blog/ulul-emr-kimlerdir-ulul-emre-itaat-nasil-olmalidir

İMAMA BEYAT İÇİN ŞU 6 MADDE GEREK VARDIR Kİ BUNLAR YOKSA BEYAT EDİLMEZ.

1- kendisine itaat edilecek derecede doğru ve bilgi sahibi olmalı,
2- cesur ve dirayetli olmalı,
3- hür olmalı,
4- kendisine bey`at edenler arasında bir ayırım yapmadan onlardan herhangi birine bir zarar geldiği zaman bunun bütün topluma geldiği ve toplum için bir tehdit oluşturduğu görüşünde bulunmalı,
5- düşmanın her türlü hile ve metodunu anlayacak kapasitede olmalı, 6- islamiyete aykırı metotlardan uzak olarak işlerini şûrâ ile yapması gerekmelidir.

Kendisine bey`at edilen, müminlerden bey`at alırken bu göreve ehil olup olmadığını düşünmeli, Kur`an ve sünnete bağlı kalıp kalamayacağını, Râşid hâlifelerin yollarını takip edip edemeyeceğini düşünmelidir. Eğer Islâmî hükümler ve selef-i salihini izleyebileceğini düşünebiliyorsa bey`at almalıdır. Çünkü bey`at alması, inananların düşmandan kaçmayacaklarına, kendisini destekleyeceklerine, hakkın ikamesine çalışacaklarına, yalan söylemeyeceklerine, zalimlerden intikam alacaklarına kısaca hududullahı muhafaza edeceklerine dair söz ve and vermeleriyle yapılmaktadır. Onların bu andını kabul ettikten sonra bu prensipler dahilinde musafahalaşırlar.

Kur`an-ı Kerîm`de, Resul-u Ekrem (s.a.s.)`e hitâben: "Sana bey`at edenler, ancak Allah`a bey`at etmiş olur. Allah`ın eli onların (Bey`at edenlerin elleri üstündedir. Şu halde kim (bu bey`at bağını, ahdini) çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa ederse (Allah) ona büyük bir ecir verecektir" (el-Feth, 48/10) hükmû beyan buyurulmuştur. Bey`at, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ve siyasî otorite ile olan münasebetlerinde, İslam`ın hükümlerine razı olduklarını ihlâsla ortaya koyan bir akiddir. Bilindiği gibi müminlerin kendi aralarından seçtikleri bir Ulû`l-emr`e (siyasî otoriteye) itaat etmeleri kat`î nasslarla farz kılınmıştır. Nitekim Kur`an-ı Kerîm` de: " Ey iman edenler!.. Allah`a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (Ulû`l-emr`e) de (itaat edin).. " (en-Nisa, 4/59) emri verilmiştir. İslam`ın temel hedeflerini gerçekleştirebilecek ve bu uğurda her türlü engeli aşabilecek vasıftaki insanın tesbiti önemli bir hâdisedir. Bu sebeple fukahâ bey`at edilecek kimsede aranan vasıf lar hususunda titizlik göstermiştir. Şurası muhakkak ki, halîfe (ulû`l-emr), müminlerin irade beyanı ve rızaları sonucu ortaya çıkabılir. Zorbalıkla ve kılıç zoruyla (ikrahla) alınan bey`at geçerli değildir. Zira Hz. Ömer (r.a.): "Bir kimse müslümanlara danışmadan ister kendisi başkan olmak, isterse de başkasını başkanlığa geçirmeğe kalkışırsa (vazgeçmediği tadırde) onu öldürmelisiniz" demiştir (Muhammed Ravvas Ka`l-acı, Mevsûatu fıkh Ömer b. el-Hattâb, 1401/1981, 103). Öldürülmeye müstehak olan tiplerin "meşru bir ûlû`lemr" olarak değerlendirilebilmesi imkânsızdır.

Fûkahâ`dan bazıları "Zarûret" halinde, zorbalıkla (kuvvet kullanarak) başa geçen, fakat Islâmî hükümleri tatbik eden kimselere itaat edilebileceğini zikretmişlerdir. Nitekim Ibn Âbidin "Reddü`l Muhtar" da: "Zaruretten dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir" demektedir. Ancak Imam`da bulunması gereken vasıflar kendisinde mevcut olmalıdır. Hilâfete tayınde asıl olan, müminlerin seçmesidir. Imamlık akdi ya halifenin kendi yerine birini seçmesiyle olur -nitekim Hz. Ebû Bekir (r.a.) böyle yapmıştır- yahut ûlemâdan ve söz sahiplerinden bir cemaatin bey`atiyle olur. Imam Eş`arî`ye göre şahitler huzurunda olmak şartı ile söz sahiplerinden meşhur bir âlimin bey`atı yeterlidir. Şâhidler huzurunda olması, şayet inkâr vâki olursa, onu defetmek içindir. Mûtezile ise, beş kişinin bey`atını, hanefilerden bazıları da, bir cemaatın bey`atını şart koşmuş, belli bir sayıya itibar etmemişlerdir. Zarûretten maksad fitneyi önlemektir. Bir de Peygamber (s.a.s.): "Size burnu kesik Habeşli bir köle bile hükümdar olsa dinleyin ve itaat edin!.. " buyurmuştur. (Buhârî, Ahkam, 4) diyerek konunun mahiyetini izah eder. Ileriyi görebilen Islâm âlimleri, "Zarûret" mefhumunun sınırlarının bir hayli nazık olduğunu bilir. Zalimlerin, fâsıkların, delilerin ve çocukların halîfeliğine; "fitne çıkmasın" gerekçesiyle razı olmanın faturasını ümmet çok ağır ödemiştir.

Resul-u Ekrem (s.a.s.)`in: "Iş, ehil olmayanın eline geçti mi, kıyameti gözetleyiniz" (Buhârî, Ilim, 2) mealindeki tesbiti üzerinde iyi düşünülmelidir. Kaldı ki sadece müminlerin emirinin (Halife`nin) muttakî olması kâfi değildir. Bu muttakî olan halîfe`nin her sahada, müminlerin en ehliyetli olanına görev vermesi zarûrîdir. Nitekim bir hadîs-i şerifte:

"Idaresi altında bulunan müslümanlardan daha ehliyetlisi bulunduğu halde, bir başkasına vazife veren hakikaten Allah`a, O`nun Resulüne ve Islâm milletine ihanet (hâinlik) etmiş olur" (Ibn Humâm, Fethü`l-Kadîr, V, 457) hükmü beyan buyurulmuştur.

"Her kim ûlû`l-emr`e itaatten bir karış kadar ayrılırsa kıyamet gününde Allah`a ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmaksızın kavuşacaktır. Her kim de (Ulû`l-emr`e) bey`at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür" (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-Imâre, 58,1851) buyurduğu sabittir.

Ulü'l-emr kimlerdir? Ulü'l-emre itaat nasıl olmalıdır?

Nisâ 59- “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin, sizden olan ulü'l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah'a ve Peygamber'e götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.”

Nisâ 65- “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”

Nisâ 69, 70- “Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır! / Bu lütuf Allah'tandır; bilen olarak Allah yeter.”

Bu âyetlerin asıl konusu itaattir. “Söz tutmak, boyun eğmek, emri yerine getirmek” mânasına gelen itaat, sosyal, siyasî, hukukî, ahlâkî boyutlarıyla İslâmî hayat düzenini kuran temel kavram ve kurumlardan biridir. Bu açıdan aynı mahiyette olan emanet ve adalet kavramlarından sonra buna yer verilmiş, araya “münafıklar ve fâsıklar” gibi emre uymayanların dünya ve âhirette karşılaşacakları sonuçları bildiren âyetler konmuştur.

Allah'a itaat, “O'nun Kur'ân-ı Kerîm'de ve elçisinin tebliğ mahiyetindeki söz ve davranışlarında ortaya çıkan emir ve iradesine uymak” demektir. Resûlullah'a itaat, öncelikle tebliğ ettiği Kur'an'a ve sünnete uymaktır. Ancak burada “ve” bağlacı ile yetinilmeyip “İtaat ediniz” emrinin “Resûlullah” için de tekrar edilmesi ona itaatin, “Kur'an'dan ibaret olan vahyin tebliğine uyma”yı aştığını, kaide olarak bütün davranışlarının örnek edinilmesini, bütün buyruklarının yerine getirilmesini içine aldığını göstermektedir. Sahâbe, Resûlullah'ın “dinî veya bağlayıcı olmadığını bildirdiği, ya da karîneler yoluyla böyle olduğunu anladıkları emirleri” dışındaki bütün emir ve isteklerini, “Ona itaat dinî bir görevdir” şuuru içinde yerine getirmişlerdir; bunu yaparken de itaat hakkındaki âyet ve hadislerle Allah elçisinin gönderiliş amacına, kendisine verilen vazifelere ve O'nun örnekliğini bildiren naslara dayanmışlardır.

“İtaat ediniz” emri tekrarlanmadan “ülü'l-emre de...” denilmesi, bunların itaat yükümlülüğü bakımından Allah ve Resulü gibi olmadıklarına, emirleri meşrû (Allah ve Resulünün tâlimatına uygun) olmadıkça kendilerine itaat edilmeyeceğine işaret etmektedir. “Hiçbir mahlûka, Allah emrine uymadığı takdirde itaat edilemez”, “Ancak mâruf (meşrû) olan emre itaat edilir”, “Allah'a itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez” meâlindeki hadisler bu kaideyi açıkça ifade etmektedir.

Hz. Peygamber bir gruba (seriyye) askerî görev vermiş, başlarına da Abdullah bin Huzâfe'yi geçirmişti. Abdullah bir sebeple öfkelenmiş, emri altındakilere odun toplayıp yakmalarını, ateş olunca da içine girmelerini emretmişti. Emri alanlar tereddüt içinde kaldılar. Bir kısmı “Komutana (ulü'l-emre) itaat edilir” diye ateşe girmeye teşebbüs ediyorlar, bir kısmı ise “bu itaatin, buyruğun meşrû olmasına bağlı bulunduğunu” düşünerek, onları engelliyorlar, “Biz ateşten kaçarak Peygamber'e katıldık” diyorlardı. Bu çekişme devam ederken ateş söndü, seferden dönünce durumu Resûlullah'a arzettiler. “Ateşe girseydiler kıyamete kadar ondan kurtulup çıkamazlardı. İtaat ancak meşrû emre olur.” buyurdu.

Ulü'l-emr, “emir sahipleri, emir verme salâhiyeti taşıyan ve bu konumda olanlar yani âmirler” demektir. Bunlardan maksadın kimler olduğu konusunda “devlet başkanı, onun veya toplumun yetki verdiği yöneticiler ve kumandanlardır”, “âlimlerdir” gibi çeşitli anlayışlar ve rivayetler vardır. “...sizden olan emir sahiplerine itaat edin” buyurulduğuna göre bunların belli kişiler ve makam sahipleri olduğu, iman ve dünya görüşü itibariyle Müslüman olanlardan seçildiği veya tayin edildiği, meşrû buyruklarında bunlara itaat etmenin Allah emri ve dinin gereği olduğu anlaşılmaktadır.

İslâm dini, gerek kamu hayatında ve gerek özel hayatta bazı sıfat ve özellikleri taşıyan kimselere itaat edilmesini, onların buyruklarının yerine getirilmesini ve söylediklerine uyulmasını istemiştir. Başkan, aile reisi, kumandan, ana-baba, bilmeyenlere göre bilenler (âlimler) bunlardandır ve ulü'l-emr kavramına bunların tamamı dâhil bulunmaktadır. Kamu hayatındaki ulü'l-emr ya halife gibi ümmetin seçmesi ve biatıyla belirlenir -onun tayin ettiği yüksek dereceli memurlar da dolaylı olarak ümmetin belirlediği ulü'l-emr olurlar- ya da bir makamın tayinine gerek bulunmadan, taşıdıkları üstün vasıflarla bu yetkiyi elde ederler. Bu üstün vasıflar “İslâm, ilim ve adalet”tir.

Bilmeyenler, Müslüman, âdil, kâmil ahlâk sahibi ve âlim olan kimselere danışmak, fetva sormak ve aldıkları cevabı uygulamak mecburiyetindedirler. Yöneticiler de -bilmedikleri konuları- bilenlere sormakla yükümlüdürler. Bu açıdan bakıldığında birinci derecede ulü'l-emr “âlimlerdir”, ikinci derecede ulü'l-emr ise “yöneticiler, âmirler ve kumanda mevkiinde olanlar”dır.

Bir Hususta Anlaşmazlığa Düşmek
“Bir hususta anlaşmazlığa düşmek” Allah ile mümin kulları arasında olamaz, Resûlullah ile ümmeti arasında da düşünülemez.

Geriye yönetici, yönetilen, bilen, soran... şeklinde ümmet kalır; bu çerçevede ümmet arasında bir anlaşmazlık çıktığında mesele Allah'a ve Resul'e götürülecektir.

Yönetilenlerle ülü'l-emr arasındaki ihtilâfta, bu ikincisi de taraf olduğu için tek merci Allah ve Resulü'dür; yani –biraz sonra açıklanacağı üzere– dinin ana kaynakları ışığında çözüm üretecek kurumlardır.

İhtilâfın tarafları arasında ülü'l-emr bulunmazsa, meselenin halledilmesinde onun da, benimsenen idare şekline göre salâhiyeti çerçevesinde devreye girmesi tabiidir; ancak ülü'l-emr tasarruflarında Allah ve Resulü'nden bağımsız değildir.

Meselenin “Allah'a götürülmesi” Kur'an'a, “Resul'e götürülmesi” ise sünnete başvurmayı gerektirir.

Anlaşmazlık konusunda bu iki kaynakta çözüm ve hüküm var ise bu, bütün ümmet için bağlayıcıdır ve gereğine uyularak anlaşmazlık çözüme kavuşturulur.

Bu iki kaynaktaki çözüm her zaman nokta tayini şeklinde değildir. Kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün anlaşmazlıkların konu konu, parça parça çözümü Kitap ve Sünnet'te bulunmaz. Ancak bütün anlaşmazlıkların çözümüne ışık tutan ilkeler, işaretler, delâletler, örnek ve emsal çözümler vardır. Bunlardan yararlanarak çözüm ve hüküm bulma işine ictihad denir. İctihad bilinmeyenleri, açıkça belli olmayanları, anlaşmazlıkları Kitaba ve Sünnet'e başvurarak (götürerek) çözme metodunun ve çabasının adıdır; Resûlullah tarafından sahâbeye öğretilmiş, daha sonraki nesiller de bunu, onlardan alarak usulünü yazmış, kullanmış ve geliştirmişlerdir.

“Eğer bir hususta (âyetteki kelimeyle “şeyde”) anlaşmazlığa düşerseniz...” şeklindeki cümle yapısı umum (genellik) ifade eder.

Buna göre müminlerin hayatında ihtilâf konusu olan her şey çözümü Kur'an'dan ve Sünnet'ten alacak, başka bir deyişle çözüm, bu iki kaynağa başvurularak aranacaktır. Hem hâkim (hüküm koyan) hem de mâbud (kendisine ibadet edilen) yalnızca Allah'tır. Allah'a mahsus bulunan bu sıfat ve salâhiyetlerin, aynı mahiyette olmak üzere bir başka merci veya şahsa tanınması şirk, bu merci ve şahsın Kur'an'daki adı da, Nisâ 60. âyette zikredildiği üzere tâguttur.

Zübeyr b. Avvâm ile bahçe komşusu arasında su yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hz. Peygamber (asm)'e başvurdular; o da “Zübeyr! Bahçeni suladıktan sonra suyu sal ki komşun da sulasın.” buyurdu. Komşu (bu hükmün din kuralı koyma değil, sulhetme mahiyetinde olduğunu düşünmüş olmalı ki) Hz. Peygamber (asm)'e, Zübeyr'in tarafını tuttuğunu ima etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber şikâyetçinin tutumundan hoşnut olmadı ve bu defa Zübeyr'e normal hakkını kullanmasını söyledi.

Buna göre gerçek iman sahiplerinin iki temel vasfı olmalıdır:

a) Aralarında bir anlaşmazlık çıktığında Resûlullah'ı hakem kılmak, onun hükmüne başvurmak.

b) Hz. Peygamber (asm) bir hüküm verince bunu benimsemek, onun âdil olduğuna inanmak, itiraza kalkışmamak. Allah'ın dininin hükmü demek olan Resûlullah'ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden benimsemek iman alâmeti olmakla beraber insanların beşeriyet icabı menfaatlerine uygun gördükleri ve istedikleri hükmü elde edememeleri karşısında üzüntü duymaları da küfür veya nifak alâmeti değildir; yeter ki, verilen hükmün haklı ve âdil olduğuna inansınlar!

Şevkânî'nin Taberânî, Ziyâ el-Makdisî gibi hadisçilerden naklettiğine göre bir sahâbî Allah Resulü'ne gelmiş ve dünyayı kendisine dar eden şu endişesini dile getirmiştir:

“Ey Allah'ın elçisi! Ben seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm. Anladım ki, sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden korkuyorum!..”

Hz. Peygamber bu sözlere cevap vermeden Cebrâil gelmiş, Allah'a ve Resulü'ne itaat edenlerin cennette kimlerle beraber olacaklarını bildiren âyeti getirmiştir:

“Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ, 4/69)

"Üzerinize emir olarak Habeşli siyahi bir köle bile tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin..." anlamındaki hadisi nasıl anlamalıyız?
Sorularla İslamiyet'ten Allah Razı olsun.

Renkli Kaynak için;
https://sorularlaislamiyet.com/blog/ulul-emr-kimlerdir-ulul-emre-itaat-nasil-olmalidir

 KURAN DA GEÇEN AYETLERE BAKIŞ

Fetih 10-
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟

Sana BİAT edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.

Fetih 18- 19
لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ

وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

Şüphesiz Allah, ağaç altında sana BİAT ederlerken inananlardan  hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (18-19)

Mümtehine 12-
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ey Peygamber! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana BİAT etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

https://play.google.com/store/apps/dev?id=6943329634840904198

Ayetler sola dayalı olmadığı için özür dilerim.


28.11.18

AHİR ZAMAN ÜMMETİ EDEVAT VE MEŞGALESİ NELER OLACAK?


AHİR ZAMAN ÜMMETİ EDEVAT VE MEŞGALESİ NELER OLACAK? 

Ahir zaman ümmetinin olmazsa olmaz  dört önemli edevatı olacaktır.

BUNLAR;

1 KİTAP
2 SEYİRLİK
3 İDARECİ VE GÖZ CİHAZI
4 DEMİR AT

İmdi bunları gücümüz yettiğince tek tek açıklamaya çalışalım.




1 KİTAP:

KİTAP;  o dur ki bizim bildiğimiz kitaplara asla benzemez. Üzerinde parmak gezdirmek ve numeroları seçmek sureti ile okunur. Okuyanların ise; uzayın, arşın, ferşin mahrem yerlerini, istenilen yere, veyahut istedikleri yeri kendi mekanlarına ol dedikleri zaman ol anda taşır. Ya da ol zamanda kendi ol mekanlara birkaç yazı ve numero ile gidebilir.
Yaşayan bir kulu hangi devlet, hangi delik, hangi arz ve ferçte olursa  olsun onu ol zaman içinde  bulur. Bulunan ol isteği kabul eder ise aynı mekanda salisen buluşturur.

İleri tarihlerde ol Kitaba seyirlik te eklemek mümkün olabilir. İlk zamanlarda Kitap sadece ses üzerine bina edilmiştir.





2 SEYİRLİK

SEYİRLİK: Seyirlik odur ki tıpkı ol zaman kullanılan kitaplara benzer. Tek sayfa içinde tüm kainatta olmuş olacak her şeyi haber verir. Gösterir.  Sesleri de duyulur ve anlaşılır. Her kavmin seyirliği kendi dilinde olup, Tüm dünyayı istediği gibi yönetir, Beni ademin ne yiyeceklerine, ne giyeceklerine, nereleri gezip ne okuyup ne seyredecekleri hakkında hüküm verir ve bu hükmü de uygular. Hatta evlilik ve mahrem yerlerine de girer. Kitap ile hemen hemen aynı işleri yapar. Oturduğu veya yattığı yerden istediği ülke ve beldeye geçup, yabancı lisanları duyar, görür, Canı isterse muhaberat toplar, isterse eğlence amaçlı da kullanabilir.
Lakin seyirlik biraz büyükçe ve ağır olduğundan ol seyirliği istedikleri gibi her yere taşıyamazlar. Bu onlarla pek sorun olur. Ona özel oda tahsis edip en ağır misafirleri ol seyirlikte ağırlarlar. Hatta seyirlikleri olmayanları ateşperestler gibi dışlar alay ederler. Ol seyirlik faaliyette iken birbirleri ile konuşmaz, sohbet etmez ve edenleri de görgüsüz kabul ederler,



3 İDARECİ VE GÖZ CİHAZI

İdareci odur ki; Küçük,  içinde kitap ve seyirliği olan, lakin görünmeyen bir güç ile diğer tüm kitap ve seyirlikleri terbiye eden, hatta Demir atı dahi terbiye edeceğini duyduğum idareci, adı üstünde idare eder.  Kitap ve Seyirliğin çalışma sürelerini de keyfiyete göre ayarlar.

Göz cihazı ise kitap ve seyirlik gözlerini daha çabuk bozduğundan dolayı, ve  her daim gözlerini dinlendürmeyip tüm işleri uykusuz ve yorgun göz ile yaptıkları içün göze göz  ayarı yapar. 2 penceresi vardır. Onu takınca yeniden doğmuş bebek gibi görmeye başlarlar.

https://www.ekopangea.com/2017/09/11/ulasim-tarihi2/

4 DEMİR AT:

Demir at odur ki. Bildiğimiz at gibi kullanılır ve seyreder. Çok hızlı ya da çok ama çok yavaş isteğe göre  hareket kabiliyetleri vardır.Bunlar yemez, içmez, yorulmaz, asi gelmez. Bin şu kadar güçlü bi o kadar da hızlıdır.Üstüne bir kişi binebileceği gibi kırkbin kişinin de binebileceğini duydum. Seyirlik ve kitap dışında bu atın bakımı ve gezdirilmesi ile meşgul olmaktan, onu tamir edip, yıkayıp temizlemekten  pek bi zevk alırlar. Çok çeşitli renkleri ve tercihen bir, iki, üç, dört hatta kırk ayaklılarına kadar sahip olabilirler. Bildiğimiz ev ya da hela kapısı gibi kapıları, pencereleri, önünde ışığı sağlayan kandilleri, ayak yerine lastik pabuçları bulunur.
İçinde seyirlik ve Kitap olanları da vardır. Onlar daha makbul ve biraz pahalıdır lar.


İşte bu dört Eşyayı Şahane ol ahir zanan ümmetini ibadetten, eş dost ziyaretlerinden, çalışmaktan öyle bir alıkoyar ki Çocuk ve ana babalarına dahi yeterince zaman ayırıp bakamaz. Kendi işlerini bile çoğu zaman bırakıp, sonraya tevdi eder. Velev ki en yakınının  Cenazesi dahi olsa tam da bu gün mü ölünür, halbu
ki bu gün seyirlikte şu vardı, Kitapta bunu okuyup, At ile şura gidecektim demekten define dahi giden olmaz. Defin işini özel tahsis edilmiş devlet memurları usulünce hal ederler.

Söylemeden geçmeyim bu dört edevatın dördü de Takatini bizim bilmediğimiz bir ağaçtan alırlar.

https://www.ekopangea.com/2017/09/11/ulasim-tarihi2/
Selam ve dua ile.
Kaynak belirtemiyorum, Esinlenmedir.

BU ORDU SON ORDU YAA RAB!





Aziz Milletim!


Yüzyıllardır bu millet esir olmamış. Zulüm yapmamış, gasp etmemiş, kalleş olmamış, mazlumu, maduru korumuş, Şerrin karşısında daima dimdik durmuş ve asla "Barbarlık" yapmamıştır...

Türk Milletini tarihten çekip çıkartalım Dünya Tarihi diye, hatta Tarih diye hiç bir şey bulamazsınız. Okuyamazsınız. Geriye İlyedea ya da Odysea gibi üç beş destanlar kalır. Allah bilir orda da Türk Damgası vardır. Türklükten emmareler vardır.

Yeniden Türkçülüğü hortlatma gibi bir niyetim yok. Milliyetçilik ayaklarımın altındadır.(Veda Hutbesi) Ama bin defa yer yüzüne gelirken soranlara yine Türk olarak gelmeyi arzu eder. Her zaman Türk olduğum için onur duyarım.

Ben Türk'üm. Ama "Ne Mutlu Türk'üm diyene" deki tuzağa asla düşmem. Çünkü ben aynı zamanda ve öncelikle Müslümanım Elhamdülillah.


Aklıma gelmişken tekrar yeryüzüne Türk olarak mı,
Müslüman olarak mı gelmek istediğimi sorsalar elbette ki önce Müslüman olarak gelmeyi yeğlerim.
Ve "Ne Mutlu Müslümanım diyene!" yi diğerinin yerine tercih ederim.

-90 yıl çakma bir tarih ile yaşatıldık ta ne oldu?

Yine özümüzü bulduk.
Yine buluruz
Yine bulacağız.

Bulmak zorundayız

Çünkü;
Türkler asla kavmiyetçi ya da ırkçı olmamıştır. Her daim ırkının üstünlüğünü dünya uluslarının tepesine vura vura dünyaya kanıtlamıştır.
Kanıtlamaya da sonsuza dek devam edecektir.

Türklerin bölünmeleri her zaman küçülmelerine, ve yine her zaman dış güçlerin büyüklüğü hile ve desiseleri ile içteki hainleri harekete geçirerek parçalanmış, küçülmüş ama asla yok olmamalarına,...

Birleşmeleri ise yine her zaman içteki şuur ve asaletleri, dini, örfi, gelenek ve göreneklerine bağlılık, saygı, sevgi, hoşgörü, Vatan ve Millet ve onları yönetenlere itaat ile sahip çıkmaları dolayısı ile büyümelerine tarih her zaman şahit olmuştur. Kıyamete kadar da bu böyle devam edecektir. Hiç endişeniz olmasın.

Tüm şer güçlerin türlü hile ve desiselerine rağmen bu günlerde yine inadına birlik, yine inadına beraberlik ve yine inadına yükselmeye başladığımız bu günlere tüm dünya şahit olmaktadır.

Olacakta.

Çünkü bu Ulus Hz. Muhammed'in övgüsüne mazhar olmuş, Hakkı savunan, batılı def eden Mazlumların umudu, adları ne olursa olsun Şer'lerin korkulu rüyası Allah'ın son ordusudur.

Ve bu sürece Rahmetli Adnan Menderes'e yapılan haksızlık, Müslümanım demeye çekindiğimiz zamanlar Milliyetçi Mukeddesatçı Ülkücüler ile korunmuş, Rahmetli Necmettin Erbakanın Adil Düzen Teorisi ile temelleri atılmış, Recep Tayyip Erdoğan ile tüm engeller sabırla, metanetle, dünyanın kendi kanunları ile "Dur Artık Biz varız." Mazlumları koruyup, Şerlere hadlerini bildireceğiz deme sürecine girilmiştir.

Allah Yar ve Yardımcımız olsun.
Selam ve Dua ile...