12.12.18







VEDA HUTBESİ


Bismillahirrahmanirrahim!
“Hamd, Allahü teâlâya mahsûstur". O’na hamd eder, O’ndan yarlıganmak diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin günahlarından Allahü teâlâya sığınırız. Allahü teâlânın doğru yola ilettiğini saptıracak, saptırdığını da doğru yola iletecek yoktur.

"Ey insanlar!"
" Sözümü iyi dinleyiniz!"
Bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

"İnsanlar!"
Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

"Ashabım!"
Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!

Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

"Ashabım! "
Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin.biliniz ki riba'nın her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir.İlk kaldırdığım riba'da Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın riba'sıdır. Lakin ana paranız size aittir.ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.

"Ashabım! "
Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.
Cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

"Ey insanlar! "
Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir. Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız.

"Ey insanlar! "
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allahın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allahın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.

Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

"Ey müminler! "
Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allahın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.

"Müminler! "
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malıda helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

"Ey insanlar! "
Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır.  Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allahın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder.

"Ey insanlar! "
Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın arab olmayana arab olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. 

"AZASI KESİK SİYAHİ BİZ KÖLE BAŞINIZA AMİR OLARAK TAYİN EDİLSE SİZİ ALLAHIN KİTABI İLE İDARE EDERSE ONU DİNLEYİNİZ VE İTAAT EDİNİZ. "

Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. 

"Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

1- Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
2- Allahın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.
3- Hırsızlık yapmayacaksınız.
4- İnsanlar "la ilahe illallah muhammeden rasulullah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum.
Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allaha aittir.

"İnsanlar! "
Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz?
Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; 
"Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şehadet ederiz".
Bunun üzerine Resul''i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

"Şahid ol Yarab!
Şahid ol yarab!
Şahid ol yarab!"

Hz. Muhammet




9.12.18

BİAT BEYAT OY







BEY`AT, BİAT, BEYAT OY

KELİME ANLAMI:

Kabul etmek, razı olmak ve tasdik etmek anlamında kullanılan bir ıstılahi kelimedir.

Bey`at "Bir mükellefin, ehil olan bir cemaat (Ehlu`l-hall ve`l-akd) tarafından tesbit edilen Halîfe`ye (Imam`a, Ulû`l-emr`e) itaat edeceğine ve sadık kalacağına dair söz vermesidir."

Bey`at; kitap, sünnet ve sahabe-i kirâm`ın icmaı ile sabit olan sâlih bir ameldir. İzahına ve aşağıdaki bilgiler ışığında Ben günümüzde "Rey ya da OY" olduğuna inanarak yaşadım. İnşallah o mival üzere de ruhumu teslim ederim. İnşaallah!

Bir de Beyat etmeden ölenlerin cahili yaşam üzerine ölmüş olacaklarına inananlardanım. Allahım Affetsin.

Hadislerde:
 Muhammed (asm)
"Üzerinize emir olarak Habeşli siyahi bir köle bile tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin..." anlamındaki hadisi nasıl anlamalıyız?
 "... üzerinize emir olarak bir Habeşli köle bile tayin edilse onu dinleyin ve itaat edin.Sizden, İslamı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin..."
Bu rivayetlerde ulü'l-emre itaatin lüzumu üzerinde durulmuştur.

"Eğer üzerinize Habeşî ve burnu kulağı kesik bir köle, emir tayin edilse, sizi Allah'ın Kitabı ile sevk ve idare ettiği sürece, onun emirlerini dinleyiniz ve itaat ediniz." (İbn Mâce, Cihad, 39; Buhârî, Ahkâm, 4)

buyurur. Diğer bir hadiste ise şöyle denmektedir:

Buhârî'nin Enes (radıyallahu anh)'den kaydettiği bir rivayet:

"Üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah, Habeşli bir köle bile tâyin edilse dinleyin ve itaat edin."

Müslim'in kaydettiği bir rivayette, Ebû Zerr:

"Halilim (Hz. Peygamber) bana: "Kolları kesik bir köle bile olsa emîr'i dinleyip itaat etmemi tavsiye etti." demektedir.

Şârihler, gerek "kuru üzüm" gerekse "kolları kesik" tâbirleriyle emîrin nesebce düşük, görünüşçe çirkinliğinin ifade edilmek istendiğini, yâni emîre neseb ve fizyonomisine bakılmadan itaat etmek gerektiğini söylerler.

Bir diğer rivayet de şöyledir:

"...Üzerinize, emîr olarak, bir Habeşli köle bile tâyin edilse onu dinleyin ve itaat edin." Sizden biri İslâm'ı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. Böyle bir durumda boynunu uzatsın. Anasız kalasıca, dini gittikten sonra, onun ne dünyası kalır, ne de âhireti."

Şu hadiste imama isyan kıyâmet alâmeti olarak zikredilir:

"Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem ederim ki, imamınızı öldürmedikçe, birbirinize kılıç çekmedikçe ve dünyanıza şerirleriniz reis olmadıkça kıyâmet kopmaz."

Bazı rivayetlerde emîre itaat Allah'a itaatle aynı ayarda tutulmaktadır:

"Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur. Emîrime kim itaat ederse bana itaat etmiş olur. Emîrime kim isyan ederse, bana isyan etmiş olur." (bk.  Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 33; Nesâî, Bey’at 26; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, V/64-65)

Buna göre Müslümanlardan olan ve hak ve adaletle emreden idareciler "ulü`l-emr" dirler ve onların Allah (cc)`a isyan anlamı taşımayan emirlerini yerine getirmek gerekir.

Ehl-i sünnet âlimleri, devlet reislerinin adâletli, idarî, siyasî ve askerî işlerden iyi anlayan iktidar sahibi, dirayetli kimselerden seçilmesi lüzumu üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu şekilde seçilerek başa geçen devlet reislerine itaat, umum alimlerin görüşlerime göre vâcibtir.

Ancak, yine Ehl-i sünnet âlimleri, zorlama ve baskı kullanarak zorla iktidara gelmiş olan devlet reislerine de, layık olup olmama durumuna bakmaksınız itaatı gerekli görmüşlerdir.

Çünkü devlet otoritesine yapılan isyan, büyük bir fitne ve şerre yol açar. Malûmdur ki, isyan ile ortaya çıkan parçalanma, kargaşa ve anarşinin kapısını kapamak fevkalâde zordur. Hattâ bazen bu kargaşa, milletlerin ve devletlerin hayatına bile mal olabilmektedir.

Resûlüllah Efendimiz (asm)'in ümmetine, yöneticilerden gelecek haksızlık ve zararlara sabırla mukabele tavsiyesi, onları zulme boyun eğmeye davet değil; bilâkis isyan yoluyla, devlet ve millet bütünlüğünü zedeleyecek daha büyük zulüm ve zararlardan kaçındırmak hikmetine dayanır.

Müçtehidler, müceddidler ve diğer İslâm âlimleri, itaat etmemekle isyan etmeyi birbirinden tamamen ayrı değerlendirmişlerdir. Onlar, Allah'ın emrine aykırı durumlarda hiç kimseye itaat etmemişlerdir. Bununla beraber kat'iyyen isyana teşebbüs yahut teşvik de etmemişlerdir. Aksine, mü'minleri isyandan men etmek hususunda gayret ve himmetlerini esirgememişler ve bu vadide bütün Müslümanlara, halleriyle, örnek olmuşlardır.

Bu bir anlamda mükellefin Islâmî olan (meşrû) her emirde hoşuna gitse de, gitmese de itaat edeceğine dair yaptığı bir sadakat yeminidir. Zira Resul-u Ekrem (s.a.s.)`in: "Müslümanlar gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına gitmeyen her hususta, kendilerinden olan emir sahiplerine itaat ederler. Bununla yükümlüdürler. Ancak günah işlemeleri emredilirse itaat etmezler" (Buhârî, Ahkâm, 4) buyurduğu bilinmektedir. Yine diğer bir hadîs-i şerif`te: "Âllahu Teâlâ`ya isyan olan yer ve konuda mahlûka itaat yoktur. Itaat ancak ma`ruftadır" (Müslim, Imâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87; Nesâî, Bey`at, 34; Ibn Mâce, Cihad, 40) buyurulmuştur. Dolayısıyla bey`at sonucunda ortaya çıkan itaat Islâmî hükümlerle sınırlıdır.

Allahû Teâlâ (c.c.)`nın indirdiği hükümlerin hakkı ile edâ edilmesi ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemesi için, bey`at zaruridir. Islâm ûleması "bey`at ile ilgili ilimlerin, mükellef olan her erkek ve kadın üzerine farz-ı ayn olduğu" hususunda müttefiktir.

Nitekim Ibn Hümâm: "Mü`minlerin kendi içlerinden bir imam seçmelerinin lüzumunun sebebi, Islâmî emirleri hakkı ile edâ etmek içindir" (Ibn Hûmam, Kitâbu`l-Musâyere, Istanbul 1979, s. 265) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret eder.

Dolayısıyla bey`at, müslüman kadın ve erkeğin, müslüman lidere karşı görev ve sorumluluğu, Kur`an`da belirtilip sünnet ile açıklanarak uygulandığı şekilde, kabul etmek için yaptıkları sözleşmedir.

Bey`at, cemaatın selâmeti ve muhafazası, hudûdullah`ın tatbiki için müminlerin kendilerine bir emir tayını ile bu emire itaat etmek üzere ahidleşmeleridir.
Sorularla İslamiyet
Renkli Kaynak için;
https://sorularlaislamiyet.com/blog/ulul-emr-kimlerdir-ulul-emre-itaat-nasil-olmalidir

İMAMA BEYAT İÇİN ŞU 6 MADDE GEREK VARDIR Kİ BUNLAR YOKSA BEYAT EDİLMEZ.

1- kendisine itaat edilecek derecede doğru ve bilgi sahibi olmalı,
2- cesur ve dirayetli olmalı,
3- hür olmalı,
4- kendisine bey`at edenler arasında bir ayırım yapmadan onlardan herhangi birine bir zarar geldiği zaman bunun bütün topluma geldiği ve toplum için bir tehdit oluşturduğu görüşünde bulunmalı,
5- düşmanın her türlü hile ve metodunu anlayacak kapasitede olmalı, 6- islamiyete aykırı metotlardan uzak olarak işlerini şûrâ ile yapması gerekmelidir.

Kendisine bey`at edilen, müminlerden bey`at alırken bu göreve ehil olup olmadığını düşünmeli, Kur`an ve sünnete bağlı kalıp kalamayacağını, Râşid hâlifelerin yollarını takip edip edemeyeceğini düşünmelidir. Eğer Islâmî hükümler ve selef-i salihini izleyebileceğini düşünebiliyorsa bey`at almalıdır. Çünkü bey`at alması, inananların düşmandan kaçmayacaklarına, kendisini destekleyeceklerine, hakkın ikamesine çalışacaklarına, yalan söylemeyeceklerine, zalimlerden intikam alacaklarına kısaca hududullahı muhafaza edeceklerine dair söz ve and vermeleriyle yapılmaktadır. Onların bu andını kabul ettikten sonra bu prensipler dahilinde musafahalaşırlar.

Kur`an-ı Kerîm`de, Resul-u Ekrem (s.a.s.)`e hitâben: "Sana bey`at edenler, ancak Allah`a bey`at etmiş olur. Allah`ın eli onların (Bey`at edenlerin elleri üstündedir. Şu halde kim (bu bey`at bağını, ahdini) çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa ederse (Allah) ona büyük bir ecir verecektir" (el-Feth, 48/10) hükmû beyan buyurulmuştur. Bey`at, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ve siyasî otorite ile olan münasebetlerinde, İslam`ın hükümlerine razı olduklarını ihlâsla ortaya koyan bir akiddir. Bilindiği gibi müminlerin kendi aralarından seçtikleri bir Ulû`l-emr`e (siyasî otoriteye) itaat etmeleri kat`î nasslarla farz kılınmıştır. Nitekim Kur`an-ı Kerîm` de: " Ey iman edenler!.. Allah`a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (Ulû`l-emr`e) de (itaat edin).. " (en-Nisa, 4/59) emri verilmiştir. İslam`ın temel hedeflerini gerçekleştirebilecek ve bu uğurda her türlü engeli aşabilecek vasıftaki insanın tesbiti önemli bir hâdisedir. Bu sebeple fukahâ bey`at edilecek kimsede aranan vasıf lar hususunda titizlik göstermiştir. Şurası muhakkak ki, halîfe (ulû`l-emr), müminlerin irade beyanı ve rızaları sonucu ortaya çıkabılir. Zorbalıkla ve kılıç zoruyla (ikrahla) alınan bey`at geçerli değildir. Zira Hz. Ömer (r.a.): "Bir kimse müslümanlara danışmadan ister kendisi başkan olmak, isterse de başkasını başkanlığa geçirmeğe kalkışırsa (vazgeçmediği tadırde) onu öldürmelisiniz" demiştir (Muhammed Ravvas Ka`l-acı, Mevsûatu fıkh Ömer b. el-Hattâb, 1401/1981, 103). Öldürülmeye müstehak olan tiplerin "meşru bir ûlû`lemr" olarak değerlendirilebilmesi imkânsızdır.

Fûkahâ`dan bazıları "Zarûret" halinde, zorbalıkla (kuvvet kullanarak) başa geçen, fakat Islâmî hükümleri tatbik eden kimselere itaat edilebileceğini zikretmişlerdir. Nitekim Ibn Âbidin "Reddü`l Muhtar" da: "Zaruretten dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir" demektedir. Ancak Imam`da bulunması gereken vasıflar kendisinde mevcut olmalıdır. Hilâfete tayınde asıl olan, müminlerin seçmesidir. Imamlık akdi ya halifenin kendi yerine birini seçmesiyle olur -nitekim Hz. Ebû Bekir (r.a.) böyle yapmıştır- yahut ûlemâdan ve söz sahiplerinden bir cemaatin bey`atiyle olur. Imam Eş`arî`ye göre şahitler huzurunda olmak şartı ile söz sahiplerinden meşhur bir âlimin bey`atı yeterlidir. Şâhidler huzurunda olması, şayet inkâr vâki olursa, onu defetmek içindir. Mûtezile ise, beş kişinin bey`atını, hanefilerden bazıları da, bir cemaatın bey`atını şart koşmuş, belli bir sayıya itibar etmemişlerdir. Zarûretten maksad fitneyi önlemektir. Bir de Peygamber (s.a.s.): "Size burnu kesik Habeşli bir köle bile hükümdar olsa dinleyin ve itaat edin!.. " buyurmuştur. (Buhârî, Ahkam, 4) diyerek konunun mahiyetini izah eder. Ileriyi görebilen Islâm âlimleri, "Zarûret" mefhumunun sınırlarının bir hayli nazık olduğunu bilir. Zalimlerin, fâsıkların, delilerin ve çocukların halîfeliğine; "fitne çıkmasın" gerekçesiyle razı olmanın faturasını ümmet çok ağır ödemiştir.

Resul-u Ekrem (s.a.s.)`in: "Iş, ehil olmayanın eline geçti mi, kıyameti gözetleyiniz" (Buhârî, Ilim, 2) mealindeki tesbiti üzerinde iyi düşünülmelidir. Kaldı ki sadece müminlerin emirinin (Halife`nin) muttakî olması kâfi değildir. Bu muttakî olan halîfe`nin her sahada, müminlerin en ehliyetli olanına görev vermesi zarûrîdir. Nitekim bir hadîs-i şerifte:

"Idaresi altında bulunan müslümanlardan daha ehliyetlisi bulunduğu halde, bir başkasına vazife veren hakikaten Allah`a, O`nun Resulüne ve Islâm milletine ihanet (hâinlik) etmiş olur" (Ibn Humâm, Fethü`l-Kadîr, V, 457) hükmü beyan buyurulmuştur.

"Her kim ûlû`l-emr`e itaatten bir karış kadar ayrılırsa kıyamet gününde Allah`a ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmaksızın kavuşacaktır. Her kim de (Ulû`l-emr`e) bey`at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür" (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-Imâre, 58,1851) buyurduğu sabittir.

Ulü'l-emr kimlerdir? Ulü'l-emre itaat nasıl olmalıdır?

Nisâ 59- “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin, sizden olan ulü'l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah'a ve Peygamber'e götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.”

Nisâ 65- “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”

Nisâ 69, 70- “Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır! / Bu lütuf Allah'tandır; bilen olarak Allah yeter.”

Bu âyetlerin asıl konusu itaattir. “Söz tutmak, boyun eğmek, emri yerine getirmek” mânasına gelen itaat, sosyal, siyasî, hukukî, ahlâkî boyutlarıyla İslâmî hayat düzenini kuran temel kavram ve kurumlardan biridir. Bu açıdan aynı mahiyette olan emanet ve adalet kavramlarından sonra buna yer verilmiş, araya “münafıklar ve fâsıklar” gibi emre uymayanların dünya ve âhirette karşılaşacakları sonuçları bildiren âyetler konmuştur.

Allah'a itaat, “O'nun Kur'ân-ı Kerîm'de ve elçisinin tebliğ mahiyetindeki söz ve davranışlarında ortaya çıkan emir ve iradesine uymak” demektir. Resûlullah'a itaat, öncelikle tebliğ ettiği Kur'an'a ve sünnete uymaktır. Ancak burada “ve” bağlacı ile yetinilmeyip “İtaat ediniz” emrinin “Resûlullah” için de tekrar edilmesi ona itaatin, “Kur'an'dan ibaret olan vahyin tebliğine uyma”yı aştığını, kaide olarak bütün davranışlarının örnek edinilmesini, bütün buyruklarının yerine getirilmesini içine aldığını göstermektedir. Sahâbe, Resûlullah'ın “dinî veya bağlayıcı olmadığını bildirdiği, ya da karîneler yoluyla böyle olduğunu anladıkları emirleri” dışındaki bütün emir ve isteklerini, “Ona itaat dinî bir görevdir” şuuru içinde yerine getirmişlerdir; bunu yaparken de itaat hakkındaki âyet ve hadislerle Allah elçisinin gönderiliş amacına, kendisine verilen vazifelere ve O'nun örnekliğini bildiren naslara dayanmışlardır.

“İtaat ediniz” emri tekrarlanmadan “ülü'l-emre de...” denilmesi, bunların itaat yükümlülüğü bakımından Allah ve Resulü gibi olmadıklarına, emirleri meşrû (Allah ve Resulünün tâlimatına uygun) olmadıkça kendilerine itaat edilmeyeceğine işaret etmektedir. “Hiçbir mahlûka, Allah emrine uymadığı takdirde itaat edilemez”, “Ancak mâruf (meşrû) olan emre itaat edilir”, “Allah'a itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez” meâlindeki hadisler bu kaideyi açıkça ifade etmektedir.

Hz. Peygamber bir gruba (seriyye) askerî görev vermiş, başlarına da Abdullah bin Huzâfe'yi geçirmişti. Abdullah bir sebeple öfkelenmiş, emri altındakilere odun toplayıp yakmalarını, ateş olunca da içine girmelerini emretmişti. Emri alanlar tereddüt içinde kaldılar. Bir kısmı “Komutana (ulü'l-emre) itaat edilir” diye ateşe girmeye teşebbüs ediyorlar, bir kısmı ise “bu itaatin, buyruğun meşrû olmasına bağlı bulunduğunu” düşünerek, onları engelliyorlar, “Biz ateşten kaçarak Peygamber'e katıldık” diyorlardı. Bu çekişme devam ederken ateş söndü, seferden dönünce durumu Resûlullah'a arzettiler. “Ateşe girseydiler kıyamete kadar ondan kurtulup çıkamazlardı. İtaat ancak meşrû emre olur.” buyurdu.

Ulü'l-emr, “emir sahipleri, emir verme salâhiyeti taşıyan ve bu konumda olanlar yani âmirler” demektir. Bunlardan maksadın kimler olduğu konusunda “devlet başkanı, onun veya toplumun yetki verdiği yöneticiler ve kumandanlardır”, “âlimlerdir” gibi çeşitli anlayışlar ve rivayetler vardır. “...sizden olan emir sahiplerine itaat edin” buyurulduğuna göre bunların belli kişiler ve makam sahipleri olduğu, iman ve dünya görüşü itibariyle Müslüman olanlardan seçildiği veya tayin edildiği, meşrû buyruklarında bunlara itaat etmenin Allah emri ve dinin gereği olduğu anlaşılmaktadır.

İslâm dini, gerek kamu hayatında ve gerek özel hayatta bazı sıfat ve özellikleri taşıyan kimselere itaat edilmesini, onların buyruklarının yerine getirilmesini ve söylediklerine uyulmasını istemiştir. Başkan, aile reisi, kumandan, ana-baba, bilmeyenlere göre bilenler (âlimler) bunlardandır ve ulü'l-emr kavramına bunların tamamı dâhil bulunmaktadır. Kamu hayatındaki ulü'l-emr ya halife gibi ümmetin seçmesi ve biatıyla belirlenir -onun tayin ettiği yüksek dereceli memurlar da dolaylı olarak ümmetin belirlediği ulü'l-emr olurlar- ya da bir makamın tayinine gerek bulunmadan, taşıdıkları üstün vasıflarla bu yetkiyi elde ederler. Bu üstün vasıflar “İslâm, ilim ve adalet”tir.

Bilmeyenler, Müslüman, âdil, kâmil ahlâk sahibi ve âlim olan kimselere danışmak, fetva sormak ve aldıkları cevabı uygulamak mecburiyetindedirler. Yöneticiler de -bilmedikleri konuları- bilenlere sormakla yükümlüdürler. Bu açıdan bakıldığında birinci derecede ulü'l-emr “âlimlerdir”, ikinci derecede ulü'l-emr ise “yöneticiler, âmirler ve kumanda mevkiinde olanlar”dır.

Bir Hususta Anlaşmazlığa Düşmek
“Bir hususta anlaşmazlığa düşmek” Allah ile mümin kulları arasında olamaz, Resûlullah ile ümmeti arasında da düşünülemez.

Geriye yönetici, yönetilen, bilen, soran... şeklinde ümmet kalır; bu çerçevede ümmet arasında bir anlaşmazlık çıktığında mesele Allah'a ve Resul'e götürülecektir.

Yönetilenlerle ülü'l-emr arasındaki ihtilâfta, bu ikincisi de taraf olduğu için tek merci Allah ve Resulü'dür; yani –biraz sonra açıklanacağı üzere– dinin ana kaynakları ışığında çözüm üretecek kurumlardır.

İhtilâfın tarafları arasında ülü'l-emr bulunmazsa, meselenin halledilmesinde onun da, benimsenen idare şekline göre salâhiyeti çerçevesinde devreye girmesi tabiidir; ancak ülü'l-emr tasarruflarında Allah ve Resulü'nden bağımsız değildir.

Meselenin “Allah'a götürülmesi” Kur'an'a, “Resul'e götürülmesi” ise sünnete başvurmayı gerektirir.

Anlaşmazlık konusunda bu iki kaynakta çözüm ve hüküm var ise bu, bütün ümmet için bağlayıcıdır ve gereğine uyularak anlaşmazlık çözüme kavuşturulur.

Bu iki kaynaktaki çözüm her zaman nokta tayini şeklinde değildir. Kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün anlaşmazlıkların konu konu, parça parça çözümü Kitap ve Sünnet'te bulunmaz. Ancak bütün anlaşmazlıkların çözümüne ışık tutan ilkeler, işaretler, delâletler, örnek ve emsal çözümler vardır. Bunlardan yararlanarak çözüm ve hüküm bulma işine ictihad denir. İctihad bilinmeyenleri, açıkça belli olmayanları, anlaşmazlıkları Kitaba ve Sünnet'e başvurarak (götürerek) çözme metodunun ve çabasının adıdır; Resûlullah tarafından sahâbeye öğretilmiş, daha sonraki nesiller de bunu, onlardan alarak usulünü yazmış, kullanmış ve geliştirmişlerdir.

“Eğer bir hususta (âyetteki kelimeyle “şeyde”) anlaşmazlığa düşerseniz...” şeklindeki cümle yapısı umum (genellik) ifade eder.

Buna göre müminlerin hayatında ihtilâf konusu olan her şey çözümü Kur'an'dan ve Sünnet'ten alacak, başka bir deyişle çözüm, bu iki kaynağa başvurularak aranacaktır. Hem hâkim (hüküm koyan) hem de mâbud (kendisine ibadet edilen) yalnızca Allah'tır. Allah'a mahsus bulunan bu sıfat ve salâhiyetlerin, aynı mahiyette olmak üzere bir başka merci veya şahsa tanınması şirk, bu merci ve şahsın Kur'an'daki adı da, Nisâ 60. âyette zikredildiği üzere tâguttur.

Zübeyr b. Avvâm ile bahçe komşusu arasında su yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hz. Peygamber (asm)'e başvurdular; o da “Zübeyr! Bahçeni suladıktan sonra suyu sal ki komşun da sulasın.” buyurdu. Komşu (bu hükmün din kuralı koyma değil, sulhetme mahiyetinde olduğunu düşünmüş olmalı ki) Hz. Peygamber (asm)'e, Zübeyr'in tarafını tuttuğunu ima etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber şikâyetçinin tutumundan hoşnut olmadı ve bu defa Zübeyr'e normal hakkını kullanmasını söyledi.

Buna göre gerçek iman sahiplerinin iki temel vasfı olmalıdır:

a) Aralarında bir anlaşmazlık çıktığında Resûlullah'ı hakem kılmak, onun hükmüne başvurmak.

b) Hz. Peygamber (asm) bir hüküm verince bunu benimsemek, onun âdil olduğuna inanmak, itiraza kalkışmamak. Allah'ın dininin hükmü demek olan Resûlullah'ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden benimsemek iman alâmeti olmakla beraber insanların beşeriyet icabı menfaatlerine uygun gördükleri ve istedikleri hükmü elde edememeleri karşısında üzüntü duymaları da küfür veya nifak alâmeti değildir; yeter ki, verilen hükmün haklı ve âdil olduğuna inansınlar!

Şevkânî'nin Taberânî, Ziyâ el-Makdisî gibi hadisçilerden naklettiğine göre bir sahâbî Allah Resulü'ne gelmiş ve dünyayı kendisine dar eden şu endişesini dile getirmiştir:

“Ey Allah'ın elçisi! Ben seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm. Anladım ki, sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden korkuyorum!..”

Hz. Peygamber bu sözlere cevap vermeden Cebrâil gelmiş, Allah'a ve Resulü'ne itaat edenlerin cennette kimlerle beraber olacaklarını bildiren âyeti getirmiştir:

“Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ, 4/69)

"Üzerinize emir olarak Habeşli siyahi bir köle bile tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin..." anlamındaki hadisi nasıl anlamalıyız?
Sorularla İslamiyet'ten Allah Razı olsun.

Renkli Kaynak için;
https://sorularlaislamiyet.com/blog/ulul-emr-kimlerdir-ulul-emre-itaat-nasil-olmalidir

 KURAN DA GEÇEN AYETLERE BAKIŞ

Fetih 10-
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟

Sana BİAT edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.

Fetih 18- 19
لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ

وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

Şüphesiz Allah, ağaç altında sana BİAT ederlerken inananlardan  hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (18-19)

Mümtehine 12-
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ey Peygamber! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana BİAT etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

https://play.google.com/store/apps/dev?id=6943329634840904198

Ayetler sola dayalı olmadığı için özür dilerim.


28.11.18

AHİR ZAMAN ÜMMETİ EDEVAT VE MEŞGALESİ NELER OLACAK?


AHİR ZAMAN ÜMMETİ EDEVAT VE MEŞGALESİ NELER OLACAK? 

Ahir zaman ümmetinin olmazsa olmaz  dört önemli edevatı olacaktır.

BUNLAR;

1 KİTAP
2 SEYİRLİK
3 İDARECİ VE GÖZ CİHAZI
4 DEMİR AT

İmdi bunları gücümüz yettiğince tek tek açıklamaya çalışalım.




1 KİTAP:

KİTAP;  o dur ki bizim bildiğimiz kitaplara asla benzemez. Üzerinde parmak gezdirmek ve numeroları seçmek sureti ile okunur. Okuyanların ise; uzayın, arşın, ferşin mahrem yerlerini, istenilen yere, veyahut istedikleri yeri kendi mekanlarına ol dedikleri zaman ol anda taşır. Ya da ol zamanda kendi ol mekanlara birkaç yazı ve numero ile gidebilir.
Yaşayan bir kulu hangi devlet, hangi delik, hangi arz ve ferçte olursa  olsun onu ol zaman içinde  bulur. Bulunan ol isteği kabul eder ise aynı mekanda salisen buluşturur.

İleri tarihlerde ol Kitaba seyirlik te eklemek mümkün olabilir. İlk zamanlarda Kitap sadece ses üzerine bina edilmiştir.





2 SEYİRLİK

SEYİRLİK: Seyirlik odur ki tıpkı ol zaman kullanılan kitaplara benzer. Tek sayfa içinde tüm kainatta olmuş olacak her şeyi haber verir. Gösterir.  Sesleri de duyulur ve anlaşılır. Her kavmin seyirliği kendi dilinde olup, Tüm dünyayı istediği gibi yönetir, Beni ademin ne yiyeceklerine, ne giyeceklerine, nereleri gezip ne okuyup ne seyredecekleri hakkında hüküm verir ve bu hükmü de uygular. Hatta evlilik ve mahrem yerlerine de girer. Kitap ile hemen hemen aynı işleri yapar. Oturduğu veya yattığı yerden istediği ülke ve beldeye geçup, yabancı lisanları duyar, görür, Canı isterse muhaberat toplar, isterse eğlence amaçlı da kullanabilir.
Lakin seyirlik biraz büyükçe ve ağır olduğundan ol seyirliği istedikleri gibi her yere taşıyamazlar. Bu onlarla pek sorun olur. Ona özel oda tahsis edip en ağır misafirleri ol seyirlikte ağırlarlar. Hatta seyirlikleri olmayanları ateşperestler gibi dışlar alay ederler. Ol seyirlik faaliyette iken birbirleri ile konuşmaz, sohbet etmez ve edenleri de görgüsüz kabul ederler,



3 İDARECİ VE GÖZ CİHAZI

İdareci odur ki; Küçük,  içinde kitap ve seyirliği olan, lakin görünmeyen bir güç ile diğer tüm kitap ve seyirlikleri terbiye eden, hatta Demir atı dahi terbiye edeceğini duyduğum idareci, adı üstünde idare eder.  Kitap ve Seyirliğin çalışma sürelerini de keyfiyete göre ayarlar.

Göz cihazı ise kitap ve seyirlik gözlerini daha çabuk bozduğundan dolayı, ve  her daim gözlerini dinlendürmeyip tüm işleri uykusuz ve yorgun göz ile yaptıkları içün göze göz  ayarı yapar. 2 penceresi vardır. Onu takınca yeniden doğmuş bebek gibi görmeye başlarlar.

https://www.ekopangea.com/2017/09/11/ulasim-tarihi2/

4 DEMİR AT:

Demir at odur ki. Bildiğimiz at gibi kullanılır ve seyreder. Çok hızlı ya da çok ama çok yavaş isteğe göre  hareket kabiliyetleri vardır.Bunlar yemez, içmez, yorulmaz, asi gelmez. Bin şu kadar güçlü bi o kadar da hızlıdır.Üstüne bir kişi binebileceği gibi kırkbin kişinin de binebileceğini duydum. Seyirlik ve kitap dışında bu atın bakımı ve gezdirilmesi ile meşgul olmaktan, onu tamir edip, yıkayıp temizlemekten  pek bi zevk alırlar. Çok çeşitli renkleri ve tercihen bir, iki, üç, dört hatta kırk ayaklılarına kadar sahip olabilirler. Bildiğimiz ev ya da hela kapısı gibi kapıları, pencereleri, önünde ışığı sağlayan kandilleri, ayak yerine lastik pabuçları bulunur.
İçinde seyirlik ve Kitap olanları da vardır. Onlar daha makbul ve biraz pahalıdır lar.


İşte bu dört Eşyayı Şahane ol ahir zanan ümmetini ibadetten, eş dost ziyaretlerinden, çalışmaktan öyle bir alıkoyar ki Çocuk ve ana babalarına dahi yeterince zaman ayırıp bakamaz. Kendi işlerini bile çoğu zaman bırakıp, sonraya tevdi eder. Velev ki en yakınının  Cenazesi dahi olsa tam da bu gün mü ölünür, halbu
ki bu gün seyirlikte şu vardı, Kitapta bunu okuyup, At ile şura gidecektim demekten define dahi giden olmaz. Defin işini özel tahsis edilmiş devlet memurları usulünce hal ederler.

Söylemeden geçmeyim bu dört edevatın dördü de Takatini bizim bilmediğimiz bir ağaçtan alırlar.

https://www.ekopangea.com/2017/09/11/ulasim-tarihi2/
Selam ve dua ile.
Kaynak belirtemiyorum, Esinlenmedir.

BU ORDU SON ORDU YAA RAB!





Aziz Milletim!


Yüzyıllardır bu millet esir olmamış. Zulüm yapmamış, gasp etmemiş, kalleş olmamış, mazlumu, maduru korumuş, Şerrin karşısında daima dimdik durmuş ve asla "Barbarlık" yapmamıştır...

Türk Milletini tarihten çekip çıkartalım Dünya Tarihi diye, hatta Tarih diye hiç bir şey bulamazsınız. Okuyamazsınız. Geriye İlyedea ya da Odysea gibi üç beş destanlar kalır. Allah bilir orda da Türk Damgası vardır. Türklükten emmareler vardır.

Yeniden Türkçülüğü hortlatma gibi bir niyetim yok. Milliyetçilik ayaklarımın altındadır.(Veda Hutbesi) Ama bin defa yer yüzüne gelirken soranlara yine Türk olarak gelmeyi arzu eder. Her zaman Türk olduğum için onur duyarım.

Ben Türk'üm. Ama "Ne Mutlu Türk'üm diyene" deki tuzağa asla düşmem. Çünkü ben aynı zamanda ve öncelikle Müslümanım Elhamdülillah.


Aklıma gelmişken tekrar yeryüzüne Türk olarak mı,
Müslüman olarak mı gelmek istediğimi sorsalar elbette ki önce Müslüman olarak gelmeyi yeğlerim.
Ve "Ne Mutlu Müslümanım diyene!" yi diğerinin yerine tercih ederim.

-90 yıl çakma bir tarih ile yaşatıldık ta ne oldu?

Yine özümüzü bulduk.
Yine buluruz
Yine bulacağız.

Bulmak zorundayız

Çünkü;
Türkler asla kavmiyetçi ya da ırkçı olmamıştır. Her daim ırkının üstünlüğünü dünya uluslarının tepesine vura vura dünyaya kanıtlamıştır.
Kanıtlamaya da sonsuza dek devam edecektir.

Türklerin bölünmeleri her zaman küçülmelerine, ve yine her zaman dış güçlerin büyüklüğü hile ve desiseleri ile içteki hainleri harekete geçirerek parçalanmış, küçülmüş ama asla yok olmamalarına,...

Birleşmeleri ise yine her zaman içteki şuur ve asaletleri, dini, örfi, gelenek ve göreneklerine bağlılık, saygı, sevgi, hoşgörü, Vatan ve Millet ve onları yönetenlere itaat ile sahip çıkmaları dolayısı ile büyümelerine tarih her zaman şahit olmuştur. Kıyamete kadar da bu böyle devam edecektir. Hiç endişeniz olmasın.

Tüm şer güçlerin türlü hile ve desiselerine rağmen bu günlerde yine inadına birlik, yine inadına beraberlik ve yine inadına yükselmeye başladığımız bu günlere tüm dünya şahit olmaktadır.

Olacakta.

Çünkü bu Ulus Hz. Muhammed'in övgüsüne mazhar olmuş, Hakkı savunan, batılı def eden Mazlumların umudu, adları ne olursa olsun Şer'lerin korkulu rüyası Allah'ın son ordusudur.

Ve bu sürece Rahmetli Adnan Menderes'e yapılan haksızlık, Müslümanım demeye çekindiğimiz zamanlar Milliyetçi Mukeddesatçı Ülkücüler ile korunmuş, Rahmetli Necmettin Erbakanın Adil Düzen Teorisi ile temelleri atılmış, Recep Tayyip Erdoğan ile tüm engeller sabırla, metanetle, dünyanın kendi kanunları ile "Dur Artık Biz varız." Mazlumları koruyup, Şerlere hadlerini bildireceğiz deme sürecine girilmiştir.

Allah Yar ve Yardımcımız olsun.
Selam ve Dua ile...

3.2.16


DESCARTES'E İNAT


"İNANIYORUM, ÖYLE İSE VARIM!."


Tüm İdeolojiler gel beni kurtar, beni güçlendir der, ama Din gel KURTUL der. 


Sonuçta İnsan değil miyiz hepimiz?


Kimdi O?


"Düşünüyorum, öyle ise varım" diyen?


O Halde:

 "Ben de inanıyorum, öyle ise varım" desem ne çıkar?


Hemen hoppalaa deme!

Dur!

Bi oku: "Müslümanım öyle ise varım "demedim.


Demem de.

Belki içimden en güzel din benimkidir diyebilirim. İçimden..


Hem "İnneddiyne indeallahul islam" dusturu olsa da son zamanlarda yapılanlara bakacak olursak az takiye yapılabilir. Yapılmalı da. Özellikle M. Kemâl için.


Bakın:

Benim Dinim öldürmez. Öldürmedi de.

Ötelemez, Antisemitisttir, Devrimcidir

Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever de Sever!  Sever Sever ve yine Sever...

Çünkü Tüm Dinler Sevgi Dinidir.


Kendini, Çevresini, Tanıdıklarını, 

Tanıyacaklarını, Akraba ve hısımlarını, Komşularını, Yemekleri, Parayı, İşi, Sağlığını, Öğrencilerini, Geçmişini, Geleceğini, Yayın akışını, İyiyi ve Kötüyü Ve yine-Ve yine

Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever....

Yani anlıyacağın SEVER


Neden mi?

Çünkü;

"Kâbenin mimarı İbrahim AS ise, Kalbin mimarının ALLAH olduğunu bildiği için"...SEVER


 Ülkeyi, özellikle de


"ÜLKEYİ YÖNETENLERİ, SEVER!


İnananların Rabbı ve Rasulu öyle emreder.


Sonuçta:

Milleti, Komşu ülkeleri, Devletleri, Böcük börtüyü, Anayı, Babayı. Yari, Bayrağı, büyükleri, küçükleri... En başta da kendini  SEVER.

Seni. Kürdü, Türkü, Arabı, Kızılderiliyi, Zenciyi, Sarışını, Esmeri, Özürlüyü, Zemgini, Fakiri.... 

Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever, Sever ve yine sever.

Sevip sevilip ve severek bu emanet canı gönül hoşluğu içinde teslim eder.


Neden mi?

ÇÜNKÜ


"HER İNSANDA BİRAZ SA OLSA ALTIN VARDIR. İŞİNİN O PİSLİKLER İÇİNDEKİ ALTINI ÇIKARMAK OLDUĞUNU BİLİR"


ÇÜNKÜ

"RASULULLAHIN KILICINDA KAN OLMADIĞINI BİLİR. YOKTUR DA."


Nereye gidiyorsun demiş biri birine?

-Kabeye.

-Niçin?

-Hacca

-Kaç paran var?

-200 Dirhem.

-Ver.

-Neden?

-Seni büyük bir zahmetten kurtaracağım da o yüzden. O nu ver. Dön etrafımda 7 defa al sana SAY der.

O da

-verir.

Neden mi?


Çünkü

"O DA ALİMDİR VE O DA BİLİR KABENİN MİMARININ İBRAHİM, KALBİN MİMARI NIN İSE ALLAH OLDUĞUNU.

İŞTE  BU BENİM dinim.


SELAM VE DUA İLE.


Not:

Bu arada ölüme bir çare bulan olur ise acilen bana dönün, LÜTFEN!


Allahı bırakabilirim.


Çünkü O "Küllü nefsin zaikatul Mevt" diyor....


Tekrar SELAM VE DUA İLE.....



13.7.12

Katıksız İnanç,


  Fethullah Gülen cebindeki telefonu dahi açamaz.

Hala Vatana İhanet ettiğnden haberi yok!

KUL-LA-NIL-DI

BUT WHO?

ŞİMDİ Mİ? 

BU GÜN MÜ?

BENİ BÖYLE YAPAN BU ZAT' HAKKINDA HALA ENDİŞELERİM VAR.


Eğer bilerek yapmışsa:


1000 YILIN BELASI OLAN DİN İSTİSMARINI 
KÖKÜNDEN HALLETTİ

VE
1000 yılın KUTBU OLDU
Eğer  1000 yılın lideri RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE ONU SEVENLERİN DÜNYASINA EL ATMAK İÇİN YAPTIYSA
DARAĞACINDA İPİNİ ÇEKERİM.

ÇÜNKÜ "HZ. MUHAMMET (SAV) TE YAŞATMAK İÇİN ÖLDÜRÜRDÜ"


AMA

VE KILICINDA ASLA KAN YOKTU.

Selam ve dua ile




Diğer Yazılarım için:

https://www.yazaron.com/sozun-ozu